"Erciyes'in eteklerinde koyun sürüsü olan bir yörük, sürüyü kurttan korumak için çoban köpeği besliyormuş. Ama sık sık kurlar sürüyü basıp koyunların birkaçını boğazlayıp yiyormuş. Yörük, çevreden en güçlü köpekleri bulup getirmiş.
Ertesi gün yine üç koyunu kurtlar boğazlamış.
Bir köpek daha getirmiş. Ertesi gece beş koyun daha gitmiş...
Yörük ne yapacağını şaşırmış. Kangal'ın çoban köpeklerinin namını duymuş. Oradan bir karabaş köpek getirmiş.
Ertesi sabah, koyunlarda zayiatın olmadığını, buna karşılık üç kurdun yerde ölülerinin yattığını görmüş.
Çok sevinmiş. Köpeği mükafatlandırmış. Onunla da yetinmemiş. Karabaşa sürüden bir koyun vermiş. o koyun Karabaşın olmuş.
Yıllar geçmiş. Karabaşın koyunu bir iken iki, üç, beş çoğalmış.
Aradan on yıl geçmiş. Karabaşın tek koyunundan seksen koyun olmuş.
Karabaş ihtiyarlamış. Bir gün sürüye gidememiş. Ertesi gün Yörük Karabaşın ölüsüyle karşılaşmış. Üzülmüş. Ağlamış...
Karabaşın cesedini, çadırın yanına gömmüş.
Karabaşı kaybedişine yanarken bir gün Karabaşa verdiği koyundan üreyen seksen koyunu ne yapacağı gelmiş aklına. Bir çözüm bulamamış. eşe dosta sormuş. Onlar da bir çözüm üretememişler. "Kayseri'ye gidip Kadı'ya soralım." demişler.
ertesi gün Kadı'nın huzuruna çıkmışlar. Yörük maruzatını anlatmış. Karabaş'ın koyunlarını ne yapması gerektiğini sormuş. Kadı Efendi uzunca bir süre düşünmüş ve cevabını vermiş:
- Karabaş'a verdiğin koyunlar, Kadı'nın hakkıdır!
Yörük bir süre susmuş. neden sonra demiş ki:
- Kadı Efendi, anlayamadığım bir şey var. Siz Karabaş'ın nesi oluyorsunuz?"
Yorumsuz!...
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!
Not: Fıkra, sınıf arkadaşım Recep Yünsel'den. teşekkürler Recepçiğim.