Üç arkadaş pekmezlerini eşeklere yükleyip pazara götürmek için köyden çıkmışlar. Yolda bir çeşme başında yemek molası vermişler. İkisi pekmezlerinden birer tabak alıp yemiş. Boşalan kısmı su ile tamamlamışlar. Üçüncü köylü ekmeğini kuru kuru yemiş. Pekmezine su katmamış.
Pazara varmışlar. Üçü de yan yana pekmezlerini sıralamışlar. Pekmeze su karıştıran iki arkadaş daha öğlen vakti geçmeden pekmezlerini satmışlar...
O ikisi pekmezleri satılınca pazara alışverişe gitmiş.
Pekmezine su karıştırmayanın pekmezi çok yavaş satılıyormuş. İkindiye doğru düşünceye daldığı bir sırada, yaşlı bir adam yaklaşmış yanına.
Selam verip oturmuş. Pekmezciye neden dalgın dalgın düşündüğünü sormuş. Pekmezci anlatmış:
- Biz köyden üç arkadaş çıktık. Yolda yemek molası verince diğer iki arkadaş pekmezlerinden birer çanak çıkarıp yedi. Azalan pekmezlerini su katarak tamamladılar. Ben malıma haram karıştırmamak için, ekmeğimi kuru kuru yedim. Onlar öğleyin pekmezlerini satıp gittiler. Ben hâlâ satamadım. Onu düşünüyorum...
Yaşlı adam demiş ki:
- Üzülme!... Sen de satacaksın. Helal para helal mala, haram para haram mala gider. Pazarda helal para az. Onun için senin helal malına yavaş yavaş geliyor. Sen doğrusunu yapmışsın. Senin işin de görülecek, ama biraz geç olacak... Bunun için müteessir olmana gerek yok! Senin helal pekmezin, helal paralı müşterileri bekliyor!..
Ortadoğu Gazetesine yazdığım mektupta anlattığım pekmezci hikâyesi, işte bu hikâye efendim.
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!