AZ RASTLANIR İNSANLARIN MERDİNE
MERT OLANA NAMERT VURUR DİL VURUR
Bizim toplumumuzda samimiyetsizlik ve ikiyüzlülüğün tarihi yazılsaydı, kim bilir ne ilginç hikâyeler çıkardı? Ticaretten siyasete, bilimden sanata, eğitimden kültüre velhasıl dünden bugüne karmaşık insan ilişkilerini tahlil eden psikiyatrlar, yaman çelişkileri ortaya koymaktadırlar. İnsanın iç dünyası, eski efsanelerdeki karanlık dehlizlere benziyor. Neyin, nerede, nasıl patlak vereceğini insan kendisi dahi bilmiyor. Dehlizin karanlıklarını aydınlatmaya çalışan uzmanlar, aslında hâlâ sırrı çözülememiş insanın “meçhulünü” kurcalamaktadırlar.
İnsanın iç dünyasındaki her bir çıkmaz, henüz gün ışığına çıkmamış korkaklığını, bencilliğini, kıskançlığını, kindarlığını, riyakârlığını barındırır. İnsan için “bilinmeyen” her zaman ürpertici ve ilgi çekici olmuştur. İnsanoğlu hem bilmediğinden korkar hem de onun arkasındakini merak eder. Eğer “meçhül”de keşfettikleri nefsine, menfaatine, işine gelmiyorsa; bir başka kulvara geçer, bir başka istikamete doğru yol almaya başlar. Bundan dolayı siz cenaze merasiminde mateme bürünmüş birini, mezarlık dönüşü düğün evinde çiftetelli oynarken görürseniz; sakın şaşırmayın! Çünkü insan renkten renge, kılıktan kılığa geçmeyi kendi açısından sakıncalı görmeyen çok kimlikli bir varlıktır.
Sohbet ortamında can ciğer kuzu sarması olan bir dostunuzun, yarım saat sonra buzdolabı gibi soğuk bir sesle, “kusura bakma, ben o riske giremem” deyişindeki samimiyetsizliği ya da telefon hatlarında hiçbir arıza olmadığı halde, “sesiniz gelmiyor” diyerek ahizeyi kapatma nezaketsizliğini nasıl izah edeceksiniz? Bu sorulara bin bir türlü cevap verilebilir, hatta bu olumsuz örnekler istenildiği kadar çoğaltılabilir; fakat riya bulaşmış muhabbetin dostlukla bağdaştığı asla söyleyemez!
Son yıllarda bizim toplumumuzda böyle bir nedamet ortamı oluşmaya başladı. İnsanî ilişkilerde güven ortamı kayboldukça, birbirinden kaçan, kaçtıkça yalnızlaşan, kendi küçücük dünyasına çekilen günümüz insanının “ego-hipertrof” saplantılarıyla sarsılmaya başladık. Bazı sosyologlar, bu toplumsal değişmeyi, tarım toplumundan vahşi kapitalizme evrilmenin sancıları olarak açıklıyorlar. Oysa bizim insanımız bu hastalıklı probleme çok güzel bir teşhis koymuş: ”adamın dini, imanı para olmuş” diyorlar.
Aslında bu halk söyleşinde çok önemli bir tespit var. Bireysel ve toplumsal ilişkilerin menfaate dayandırılması, her şeyden bir karşılık beklenmesi, torpilin bir hak olarak görülmesi, iş ve ticaret ahlakının bozulması, rüşvetin önlenememesi, aile yapısının sarsılması, eğitim kurumlarının iflası, şehirlerin yağmalanması ve rantiye, sosyal ve siyasî yapının doku değiştirmesi gibi önemli problemlerin üzerine bir de dinin dünyevî meselelere alet edilmesi eklenince; Kur’an’ın ifadeyle (Lokman:33, Fatır:5, Hadid:14.ayetler) insanların “Allah ile aldatılması” maalesef fark edilemedi ve bu çok önemli problemlerin üzeri şalla örtülüp şu ya da bu adına görmezlikten gelindi.
Kur’an’dan ve Hz Peygamber’den uzaklaştırılan din anlayışı, Müslümanları takvim yapraklarının arkasındaki iki satırlık ilmihal bilgisine mahkûm etti. Kendi nefsini yenememiş adamlar, bu ülkede tasavvuf üzerine ahkâm kesmeye başladılar. Ne hazindir ki, çeşitli sebeplere bağlayabileceğimiz bu çelişkiler yumağı; bizim karşımıza yalanı dolanı, haramı ve inançta samimiyetsizliği çıkardı. Bayramları tatil gibi gören yeni nesil, sıla-yı rahimi terk etmeye başladı. Ya büyükler, onların hiç mi kabahati yok bu işte? Kimse üzerine alınmasın; bu toplumda büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü çoktan unuttu.
Esat Kabaklı’nın “Kirve Memi”si bu durumu ne güzel anlatır:
Gönlübağ’da gönlü gani birisi
Kirve Memi ayran içer bel vurur
Çilelerle eker bağı bostanı
İlkbaharda dolu vurur, sel vurur
Güveni yok kadir bilmez kullara
Ümidi yok elin atmaz dallara
Alır başın düşer gider yollara
Gurbet elde dostu vurur, el vurur
Döndü geldi vatanına, yurduna
Dayanılmaz figanına, derdine
Az rastlanır insanların merdine
Mert olana namert vurur, dil vurur
Ne var yok kirve dedim “hiç” dedi
Çağa çoluk, davar doluk “geç” dedi
Ya akraban, hısımların “gaç” dedi
Koparmaya kıymadığı gül vurur
Enseyi karartmak yok. Problemler ne kadar büyük olursa olsun, biz bu dağın üstünden aşmak zorundayız. Hoşça kalın.