Hıristiyan Avrupa’nın ve özellikle Almanya’nın Türkiye’ye gösterdiği tavır ve davranışları anlamakta zorlananlar var. Bunu anlamayacak ne var ki? Aslında tarih tekerrürden ibaret değildir. Bir bakıma, farklı dönemlerdeki olaylar, benzer sonuçları doğurur. Hiçbir tarihî olay birbirinin aynısı değildir. Dolayısıyla tarih tekerrür etmez, benzerlerini ortaya koyar.
“Efendim, biz müttefikiz, bu yapılanlar müttefikliğe sığar mı?” diyorlar. I. Dünya Savaşı’nda da biz Almanlar ile müttefiktik. Veliaht Vahdeddin 19 Aralık 1917 tarihinde Almanya seyahatinde idi. Türk heyetinin huzurunda, Alsas Valisinin Ermeniler hakkında söyledikleri o gün de müttefikliğe sığmıyordu. Üstelik biz Almanlar ile birlikte büyük bir harbin içinde boğuşuyorduk.
Alman Valisi, Vahdeddin ile görüşmesinde Ermenilerin çok iyi niyetli olduklarından, Türklerin Ermenilere karşı pek kötü tecavüzlerde bulunduğundan bahsediyordu. Almanya seyahatinde Vahdeddin’e kurmay subay olarak eşlik eden Atatürk, Alman Valiye şu cevabı verir:
“Vali hazretleri, biz cepheleri dolaşan bir heyetiz. Buraya Ermeni meselesini konuşmak için değil, fakat müttefikimiz olan ve kendisine dayanmakta olduğumuz Alman ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik. Onu anlamış olarak da memleketimize dönüyoruz.” (Önder, Mehmet Atatürk’ün Almanya ve Avusturya Gezileri, İş Bankası Kültür Yay. Ank. 1995, s.48)
Bu gezinin üzerinden bir asır geçti. Söyler misiniz bana, Almanya’nın tutumunda ne değişti sanki? Bizim toplumumuz siyasî müttefiklik ile duygu sarmalına bağlanmış iş ortaklığını birbirine karıştırıyor. Devletin bekası için, birtakım ittifakların yapılması normaldir. Ama ittifakların ilelebet bağlayıcılığı yoktur. İsmet Paşa’nın ifadesiyle söylersek, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye onun içinde yerini alır.” Ama bunu gerçekleştirebilmesi için, devletin siyasî ve ekonomik yönden güçlü olması gerekir. İşte bütün mesele bu!
Dünya 1929’larda olduğu gibi, yeniden bir ekonomik buhrana sürükleniyor. Avrupa ülkelerinin Türkiye karşıtlığının altında bu ekonomik ve siyasî sebepleri aramak gerekiyor. Özellikle Almanya’nın Avrupa Birliği liderliğini oynamasıyla birlikte, İngiltere ve ABD ile ciddi problemler yaşamaya başladığını görüyoruz. Almanların kışkırtmasıyla 1995’te Sırplar Saray-Bosna’da Müslüman Boşnakları katletmedi mi? Hollandalı askerler bu katliamın suç ortakları değil miydi? Sonra ne oldu? Küresel sermayenin patronları Sırplara, dolayısıyla perdenin arkasındaki güç olarak Almanlara müdahale ettiler ve Avrupa’nın göbeğinde kendilerine bağlı Kosova Özerk Bölgesini kurdular.
Almanya’nın Türkiye’ye olan ”hasmanî” tavırlarında, tarihin derinliklerinden gelen paranoyak saplantıların yanı sıra, ekonomik çıkar çatışmalarının ve Almanya’daki iç siyasî çekişmelerin de etkili olduğu söylenebilir.
Eğer beklenen dünya ekonomik buhranı, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerini tahminlerin ötesinde etkileyip yerle bir ederse; Avrupa’da ikinci bir “Endülüs Vakası”nın yaşanmasından endişe ederim. Çünkü bu güne kadar Hıristiyan Avrupa’nın Müslüman halklara tahammülünün olmadığını gösteren çok sayıda tarihî olay yaşanmıştır. Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri önümüzdeki yarım yüzyılda, Avrupa’da yaşayan Müslümanlara şu üç şartı dayatacaklardır: 1) Zorunlu göç 2) Asimilasyon ve din değişikliği 3)Acımasız bir katliam yani ikinci Endülüs vakası.
Olmaz öyle şey demeyin. Balkan Harbi’ne bakın; Selanik’ten, Üsküp’ten, Kosova’dan, Gümülcine’den, Manastır’dan aç susuz yollara düşüp İstanbul’a sığınan binlerce “muhaciri” düşünün!
Tarih tekerrür etmez, farklı zamanlarda benzer olayları ortaya koyar. İbret ve tedbir alınırsa; büyük acılar önlenmiş, devletimiz baki, milletimiz ebediyen var olmuş olur. Yoksa sıkıştıkları anda, her türlü melaneti yapabilecek “tıynete” sahip o kadar çok zalim var ki bu dünyada...