Zaman, sanki “yitik bir Cennet” gibi akıp gidiyor. Dünün vazgeçilmezleri, bugün sisli bir hayal perdesinin arkasından, adeta hafızalardan kaybolup giden insan siluetleri gibi gözüküyor. Eski neslin yoksullukla yoğrulmuş hayat manzaralarını, saygı ve sevgi üzerine kurulmuş komşuluk ve akrabalık ilişkilerini, babalarımızın bıyıklarının yeni terlediği gençlik yıllarını ve bizim neslin çocukluk günlerini anlatan geçmiş zaman hikâyelerinden ve Kızılhisar manzaralarından nostaljik bazı yansımalar sunacağız bu satırlarda… O halde perde açılsın ve birlikte seyredelim geçmiş zamanı… Buyurun!
Hiç düşündünüz mü, neler vardı eski çeyiz sandıklarında? Güllü basmadan dikilmiş bol bir “şalvar”, göğüs altından lastikli, “sıkma” adı verilen “göynek/gömlekler”, Kâmil Usta’nın diktiği yeşil kunduralar, ağaç işlemeli nalınlar, tuğralı fesler, gelin başlıkları, allı-yeşilli-morlu üç etekler, karanfil dizileri, entariler, mahrıma ve beyaz “dastar”lar, Buldan dokuması bürgüler, ipekli veya “yoz” (işlenmemiş) peştamallar, kına ve naftalin kokulu gelin sandıkları…
Erkeklerin kaputtan dikilmiş şalvar, başta püsküllü fesler, kalpaklar; ayakta “yemeni” biçiminde, parmak uçları sivri ve kıvrık pabuç ve kunduralar ile çarık giydikleri bilinmektedir. 1920’lerde şalvar yerine, keçi kılından dokunmuş “uçkurlu çağşır”lar, bezden yapılmış “ak don”lar ve belden aşağısını örtmek için uzun “fistan”ların giyildiği görülmektedir. Cumhuriyet Dönemi’nde ise, uzun “mintan”larla birlikte belde renkli ve süslü “mahpushane kolanı”, koltuk altında “Yatağan kaması” bulunmaktaydı (Öztürk, 1991:34-35; Kaptan,1988:1-7). Sonrası malum; şapka, pantolon, ceket, gömlek…
Bu geleneksel yapı düğün âdetlerinde de kendini göstermektedir. “Akşam size hayırlı bir iş için geleceğiz.” diye haber göndermelerin ardından “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle” kız istemeler bugün de sürüp gitmektedir. Ancak düğün âdetlerinde birtakım değişiklikler göze çarpmaktadır. Mesela “seyitmecik”, “yağlı ekmek”, “davar gecesi”, damat elbisesi almaya gitmek, akrabalara düğün ayakkabısı giydirmek, kına gecesinde “kız kaçırma oyunu” oynamak, düğün ateşi yakmak, gerdirilmiş urganlara çeyiz sermek, kadınların elbise ve kumaşları, yiyecek ve içecekleri başlarının üstünde taşıdıkları tepsi ve sinilerle kız evine götürmeleri, çeyiz ve nişan törenlerine yaşlı bir kadının çektiği at ile gitmek, mutfak dışındaki diğer odalarda çanak ve tabakları raflarda sergilemek, gelin eşyası almaya gitmek ve ev döşemek bugün terk edilmiş düğün âdetlerdendir.
Bizim, 1985 yılında Kızılhisar’dan derleyip yayımladığımız deyim ve atasözlerinden birkaç örnek verelim: Düğün evinde çocuk terbiye edilmez. Anası ölen kız hanım, babası ölen oğlan bey oldum sanırmış. Çay içinden tarla alırsan sel alır; kırkından sonra kız alırsan el alır. Sibekler evleri yıkıldı, yerine halk evi yapıldı. Kızılhısarlı bir tüccarın veresiye defterinden bir nota göz atalım: ”İbecik Deresi’nden bir karı, entarisi iliman sarı”. Bir örnek de Kızılhisar mânilerinden olsun: “Kurşunu ezemedim / Dereyi geçemedim / Gızlassar’ın yolunda / Kola kola gezemedim.”
Sevgili dostlar,
Bugün ne cin kaldı ne peri; ne masal kaldı ne efsane… Mendil gönderilen, el sallanan “yavuklular” da kalmadı bugün… Ajansları lambalı radyolarda dinleyen babalarımız bu dünyadan göçüp gitti. Eski zamanın ayva kokulu çeyiz sandıkları, tel dolapları, ahşap evlerin tavan aralarında hâlâ yaşıyor mu acaba? “Oklageç”ler, hamur tekneleri, küllü suda yıkanan çamaşırlar, takuçlar, el terazileri, nalbant çekiçleri, berber usturaları, dülger keserleri bizim hayatımızdan çıkıp gittiler. Samancılar, lehimciler, kunduracılar, bardakçılar, düvenciler, semerciler, kağnı gıcırtıları, at arabaları ve Çarşı Camii’nin güvercinleri neredeler şimdi? Ya çocukluğumuzda oynadığımız oyunlar, okul önlerinde satılan Şam tatlısı, trampet takımları, borazan sesleri, fötr şapkasıyla
çocukları selamlayan nahiye müdürleri nereye çekip gittiler? Sabah erkenden gidilen bayram namazları, el öpmeler, harçlık toplamalar, halalar, teyzeler, amcalar, eş dost, akrabalar… Söyler misiniz bana, kapı tokmağıyla çalabileceğiniz kaç kapı kaldı şunun şurasında? Ve muhabbet edebileceğiniz kaç dost?.. Geçmişe rahmet olsun. Gününüzün kıymetini bilin sevgili dostlar, hepinize selam olsun.
Yaşar ÖZTÜRK
Kaynaklar :
Kaptan, Şükrü Tekin (1988), Denizli’nin Halk Kültürü Ürünleri, C.I, Yenigün Matbaası, Denizli.
Öztürk, Yaşar (1991), Serinhisar Halk Edebiyatı, DTCF Ankara.