Tanzimat’ın Batı hayranı arkaik tipleri, günümüzde değişik sürümlerle karşımıza çıkıyorlar. Bazen bir pop şarkıcısı, bazen bir köşe yazarı, kimi zaman panelde konuşan bir profesör ya da kürsüyü yumruklayan bir politikacı olabiliyorlar. Sanat, edebiyat, sinema, tiyatro, bilim ve felsefe; “bu millet adam olmaz.” diyen entel-dantel adamlarla doludur. Bu tiplerin ortak yanı, yerli ve millî olan her şeye düşman olmalarıdır.
Tevfik Fikret, “Bir Lahza-i Teahhûr” –Bir Anlık Duraklama- şiirinde II. Abdülhâmid’e yapılan suikastı; “Ey şanlı avcı, dâmını bî-hûde kurmadın! Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın!” diyerek üzüntüsünü dile getirirken ne kadar yerli ve millîdir?
Bir hiciv şairi olan Eşref ise, Hamid’i İslam tarihinde kan dökücülüğü ve zulmüyle bilinen Yezid’e benzetecek kadar insaftan uzaklaşırken; Abdülhâmid ile ilişkilendirdiği ne kadar yerli ve millî unsur varsa, hepsine düşmandır.
Bir başka örnek, Milli Mücadele Dönemi’nde Kuva-yı Milliye hareketi aleyhine İngilizlerin hazırlattığı fetvayı imzalayan Şeyhülislam Dürrîzâde’nin ihanetine karşılık; Anadolu’daki birçok din adamının, özellikle Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin karşı fetvası ve mücadelesi ise; çok asil ve bir o kadar da yerli ve millîdir.
Bu konuyu Mütareke basınından günümüzdeki devlet sırrının ifşasına kadar birçok örnekle zenginleştirebiliriz. Bu milletin inançlarına, âdetlerine, folkloruna, tarihine, hayat tarzına, ahlâkî değerlerine, siyasî tercihlerine düşman o kadar çok nesil yetişti ki; kendi geçmişine küfreden, ilahilerine “ barbar müziği” diyen, “Oruç tutmak zorunda değilim.” deyip oruçluya saygı göstermeyeceğini söyleyen, sonra “mahalle baskısı var!” diye feryat ve figana başlayan, “Kurban Bayramı’nda hayvanlara zulmediliyor” diye kurban kesimine karşı çıkan adamların devlet ve millet düşmanlıklarını açıkça gördükten sonra; istisnaları bir kenara bırakarak, bizim entelijansiyamızın yerli ve millî olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu entel-dantellerin hemen itiraz ettiklerini görürsünüz: “Efendim, sanatta mahalli kalıplara hapsolmaktansa evrensel olmayı yeğleriz. Bundan dolayı da yerli ve millî olmayı reddederiz.” derler. Ama yıllardan beri bir türlü, “yerel” ile “evrensel”i sentezleyemedikleri için müzikte, edebiyatta, sanatta ve hatta bilimde uluslararası vitrinlere çıkamazlar. Çünkü yaptıkları taklitten ibarettir.
Beri tarafta, kendi değer yargılarınıza mutlak doğru gözüyle baktığınızda da uluslararası vitrinlere çıkamazsınız. Çünkü o da yerelin / mahallinin taklididir. Her iki durumda da karşımıza mukallitler çıkar. Flamingo müziği dinleyecekseniz, orijinali varken, niye mukallidini tercih edeceksiniz ki? Geometrik şekilleri yan yana getirmekle Picasso’nun resimleri yapılabiliyor mu? Mona Lisa kaç defa taklit edildi bilmiyorum; ama hiç biri orijinaline benzemiyor. Müzikte, sanatta, şiirde, edebiyatta kendi değer yargılarını özümsemiş sanatkârların evrensel değerlerle bütünleşmiş te’lif eserleriyle uluslararası vitrinlere çıkılabiliyor.
Hayatın bütün alanlarında merhabası dürüst dostlara ihtiyaç var. Yerli ve millî olan her şeye sahip çıkmak gerekir. Sanatı, sinemayı, bilimi, ticaret ve siyaseti kendi çıkarlarına ve ideolojik saplantılarına kurban etmek isteyen “smokinli berduşlara”, kravatlı tüccarlara ve bu işin komisyonculuğuna soyunmuş haramîlere fırsat vermemek gerekir. Yoksa kendi mahallemizde debelenir dururuz!..