Ceza elbette istenmez.
Hele hapis cezası hiç istenmez. İmamoğlu’nun davasına bakan hakimin bu dönemde neler yaşadığını tahayyül etmek bile zor. Hiç bir hakimin isteyerek veya birileri istedi diye ceza vereceğini de düşünmüyorum.
Bir kişinin hayatının bir kısmını bazen de tamamını çekip alıyorsunuz.
Bunun istenecek bir tarafı yok.
Ancak maalesef cezasızda olamıyor.
İnsanın hayatına, malına, mülküne, hürriyetine,huzuruna ve hakkına hukukuna diğer insanlar müdahale ve tecavüz ediyor.
Şimdiye kadar da hukuk cezanın caydırıcılığından başka daha uygun bir yol bulamadı.
Buradaki olayı saptırmak cezayı iktidara yüklemek abesle iştigal.
Pişmanlığın verdiği hırçınlıktan başka bir şey değildir.
Çünkü İstanbul’da hakimlik yapan hakimin birinci sınıf bir hakim olduğunu düşünüyorum.
Birinci sınıf hakime hayt huyt ederek istediğinizi yaptıramazsınız.
Birde adaletteki eksiklikler ve yanlışlıklar hep iktidara yüklenir.
Buda yanlıştır.
1950 den sonra hep sağ iktidar olmuştur.
Olmuştur ama bürokrasi zincirini bir türlü kıramamışlardır.
Bürokraside hep sol ve sosyal düşünce ağırlıkta olmuştur.
Baroların ve Türk tabipler birliğinin durumu bunu gösterir.
Olayın tarafları bellidir.
YSK’lu İmamoğlu ve mahkeme olayın taraflarıdır. İktidarı olayın içine çekmek yanlıştır.
Benim düşüncem eğer çıkar yol olsaydı hakim mutlaka bu yola baş vururdu.
Bu olayda elbette taraflar önemli cezanın sonuçları önemli.
Amma velakin orta yerde de bir olay var.
Bu olayın neticeye varması da lazım.
Herkese aklı selim ve sukunet tavsiye etmekten başka yapılacak bir şey yok.