Peygamberimizin vefatından sonra istişare ile seçilen halifelerin halifeliğini kabul ettiğini beyan anlamında halife ile musafaha eden Müslümanların bu kabul etme davranışına biat deniyordu.
O günün Müslümanı halifeye biat ediyordu ama aklını da halifeye devretmiyordu. Halifeyi sorgulamaktan geri kalmıyordu.
Hatta en sert halife bilinen Hz. Ömer bir gün mescitte hutbede iken cemaatin içinden bir kişi çıkıp:
- Ey Mü’minlerin emiri, bize dağıttığın ganimet kumaşlar kaftan çıkacak kadar değidi. Sen aynı kumaştan kendine kaftan yapmışsın! Kendine fazla mı aldın?.. diye soru yöneltmiş.
Hz. Ömer, oğlunu göstererek:
- Bu sorunun cevabını oğlum versin!.. açıklaması yapmış. Oğlu da şu karşılığı vermiş:
- Babamın payına düşen kumaş da kaftan çıkmıyordu. Ben kendi payımı babama verdim. İki parçayı birleştirerek kendisine kaftan yaptı!..
Demek ki biat etmek, aklı yok saymak demek değilmiş.
Aklımızı şeyhe teslim ederek her türlü sorgulamadan feragat etmek değilmiş!..
Şeyhin bizim adımıza her şeye karar verme yetkisine sahip olması demek değilmiş!..
Aklı olanlar için şeyhin hiçbir kıymeti olamaz!..
Ne var ki bugün uydurulmuş dini sorgulamaya kalktığımızda biri karşımıza çıkıp; “Şeytanın da aklı vardı! Ama hiçbir işe yaramadı!!!” bağnazlığıyla aklı sınırlamaya çalışıyor!...
Akıl madem sınırlanacaktı, Yüce Allah niçin Kur’an’da sık sık aklımızı kullanmamızı istiyor?
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!