“Padişah vezirlerini sınamak istemiş.
Altın tabağın içine bir miktar gaita koymuş. Tabağı kapı çavuşunun eline vermiş. Vezirleri divan toplantısına çağırmış.
Kapı Çavuşuna talimat vermiş:
- Toplantıya girecek olan her vezir bundan bir parmak alıp yedikten sonra içeriye girecek!..
Vezirler toplantı için gelmeye başlamış. Her vezire tabağı uzatan Kapı Çavuşu, Padişahın talimatını hatırlatıyormuş.
Vezirler mecburen birer parmak alıp toplantıya giriyormuş.
Padişah da perdenin arkasından olanı biteni gözlüyormuş...
Sıra küçük vezire gelmiş. En son o girecekmiş. Kapıya geldiğinde Kapı Çavuşu altın tabağı uzatıp Padişahın talimatını hatırlatmış. Küçük vezir:
- Bana bak Çavuş, Padişah emri de olsa düşünmeden bok yenmez!... Ben geri gidiyorum... demiş ve dönüp gitmiş.
Padişah Kapı Çavuşuna bir talimat daha vermiş:
- Tabağı çek, Küçük Veziri çağır!..
Kapı Çavuşu Küçük veziri çağırmış. Tabağı çekmiş. Küçük vezir içeri girmiş.
Padişah toplantıyı başlatmış. Hükmünü açıklamış:
- Bundan sonra mührü hümayun Küçük Vezire verilmiştir. Sadrazam odur! Toplantı sona ermiştir!..”
Ben bu kıssayı 1996 yılında Cumhuriyet Lisesi Müdürü iken Fen Lisesini kurmam için Milli Eğitim Müdürlüğüne çağrıldığımda anlattım ve bir hafta izin istedim. Bir hafta sonra tekrar çağırdıklarında dedim ki:
Cumhuriyet Lisesine Md. Baş Yardımcısını Müdür yapacağınıza söz veriyor, Fen Lisesine de benim seçeceğim öğretmenleri görevlendirebiliyorsanız Fen Lisesini kurmayı kabul ediyorum!
Bu şartlarımı kabul ettiler. Ben de Fen Lisesini kurdum. Erbakır Fen Lisesi, ikinci mezunlarından itibaren Türkiyenin en başarılı on Lisesi arasına girdi... Bugün ne hale geldiğini sormayın!..