Görünene göre karar verenler, ne kadar az şey gördüklerini bilmeyenlerdir.
Robert Southey
Gerçek, hayal ve sanal kavramları yüzyıllar boyu düşünürler tarafından sorgulanmış; insanın yaşadığı gerçeklik ile algı sistemi yorumlanmış, gerçek ve gerçek olmayan için oluşan şüphe ve varsayımlar tartışılmış; felsefe, tiyatro, sanat, edebiyat gibi birçok alana konu olmuştur.
Gerçek; bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumundaki olarak tanımlanırken, gerçeklik; gerçek olan, var olan şeylerin tümü olarak tanımlanır.
Sizlere çok ilginç ilginç olduğu kadar da düşündürücü bir durumu aktarmak istiyorum.
Kuzey İtalya’nın Monza şehrinde, 2004 yılı Temmuz ayından itibaren Japon balıklarını fanus ya da benzeri akvaryumlarda beslemek yasaklandı! Sebebini ise basın sözcüsü şu şekilde açıklıyor: Japon balıkları, fanusun dışbükey camının arkasından dünyayı şaşı görmek durumunda kalıyor. Bu da hayat boyu işkence anlamına geliyor.
Fanus, balığın çevresini ters yüz olarak algılamasına yol açtığı ve çevreyi algılamasında, optik bir yanılsama içerisinde, farklı yaşam anlayışını benimsediği öne sürülmüştür. Japon balığının, fanusun içerisinden gördüğü ile dışarıda olanların birbirinden farklı olduğundan bahsedilir. Aslında Japon balığı için diyebiliriz ki; gördüğü optik illüzyon onun gerçeği olmuştur.
Bu örneğe sosyolojik açıdan bakacak olursak: Aynı biz de Japon balığının içinde bulunduğu fanus gibi, içinde bulunduğumuz kültürün bize getirdiği modele, model bağımlı gerçeklik sistemi içerisinde yaşıyor olabiliriz. Dolayısıyla bu kültürel fanus içerisinde -eğer bu fanus bize var olanı ters yüz olarak gösteriyorsa- doğru sandığımızın bu olduğu gerçekliği ile hayatımızı sürdürmeye devam ediyor olabiliriz.
Gerçek, gerçekten gördüğümüz gibi olmayabilir.
Gerçeklik, algı, ahlâk, toplum ya da kişilik yapısı, zihin-yaşam alışverişinin düzenlenmesi ile ilgili kültür yapılanmasıdır. Mercek ayarı çoğu zaman liderler tarafından yapılır.
İlginç gelebilir fakat; teoride, insan beyni çıkartılarak bir bilgisayara bağlanabilir ve gönderilen elektrik sinyalleriyle bu insana yapay hisler ve duygular, kurgulanmış sahte anılar yaşatılabilir ve insan bunun gerçek mi yoksa yapay bir yaşam simülasyonu mu olduğunu anlayamaz. Sanal gerçeklik de tam olarak burada başlıyor.
Aslında görülenler ya da algılananlar, algı sisteminin algılamak istedikleridir. Çünkü algılama sistemi dışarıdan alınan görsel bilgileri, zihinde var olan diğer bilgilerle karşılaştırarak mantıklı sonuçlar üretmeye çalışmaktadır. Ancak, üretilen sonuç mantıklı olsa da gerçeği tamamen yansıtmayabilir. Bunun nedeni görsel bilgilerin algılama sırasında zihinde geçirdikleri süreçtir. Algılama sistemi her zaman zihinde var olan bilgilere göre sonuçlar üretir.
Bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkalarına dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Gerçek formunu hiç görmemiş bu insanlar için tek gerçeklik bu gölgelerdir. Mağarada yaşayan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki dünya ile karşılaşır.
Tamamen ışık ile yani gerçek ile tanışan bu kişinin gözleri neredeyse körlük yaşar. Zamanla şimdiye kadar gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçek olmadığını ve gerçeklerin birer karanlık yansıması olduğunu anlamaya başlar… Hayatın gerçeğini anlayan bu kişi mağaraya dönüp diğer insanlara gölgelerin sahte olduğunu ve asıl gerçeğin dışarıda olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak dışarıyı hiç görmeyen bu insanlar anlatılanı idrak edemezler ve kızgınlıkla karşı çıkarlar…
Platon, mağara alegorisi yani benzetmesinde bir şeyleri anlamaya başlamış olan filozofların bunu halka anlatamayışını örneklemek istemiştir. Işığı gerçeği görmek doğruyu duymak rahatsız edicidir. Bu yüzden zihin karanlığı ve esareti seçer. Cahillik mutluluktur. Gerçek ile yüzleşmek ve özgür olmak cesaret ister. Herkesin bir gün mağaradan çıkabilecek kadar cesur olması dileğiyle…
İyi haftalar…
Sevgiyle Kalın…
Evde Kalın…