DENİZLİ’Yİ YAKILMAKTAN KURTARAN SARAYKÖY-KABAAĞAÇ BEKTÂŞÎ DERGÂHI POSTNİŞÎNİ ŞEYH TAHİR BABA
Tahir Baba, 1859 yılında doğmuş, 1934 yılında da Denizli-Sarayköy’de Hakk’a yürümüştür. Soyadı Kanunu’ndan sonra “Gürler” soyadını almıştır. Ayşe, Hüsniye, Dudu adında üç kızı; Mehmet Ali ve Hamdi adında iki oğlu olmak üzere beş çocuğu vardır. Sarayköy aile mezarlığında gömülüdür.
Kurtuluş Savaşı sırasında, Yunan kuvvetlerinin Aydın Bölgesi’ne işgal etmeleri üzerine, Sarayköy Kuva-yı Milliye’nin kuruluşunda aktif rol oynamış. Milli direniş kuvvetlerinin örgütlenmesi ve gerekli malzemelerin temininde ve milli kuvvetlere ulaştırılmasında bizzat çalışmış. Düzenli ordu kurulana kadar Aydın Bölgesi Milli Direniş Kuvvetleri Kumandanlığı yapan Demirci Mehmet Efe ile sıcak bir ilişki kurmuş.
Demirci Mehmet Efe (1885-1961), 11 Temmuz 1919 yılında Kuvay-ı Milliye güçlerine katılmış ve Aydın Bölgesi Kuva-yı Milliye Kuvvetleri Kumandanı olmuş. Yunan kuvvetlerinin Aydın’ı işgal etmesi üzerine Demirci Mehmet Efe ordu karargâhını Denizli-Goncalı köyüne taşımış. Olası bir Yunan saldırısına karşı tedbirler almak üzere baş kızanı Sökeli Ali Efe’yi Denizli’ye göndermiş. Kuva-yı Milliye karşıtı bazı Denizlili seçkinlerle Rumlardan oluşan bir kısım insanlar pusu kurmuşlar, Sökeli Ali Efe’yi ve iki kızanı öldürmüşler, birkaç kızanı da yaralamışlar.
Bunu haber alan Demirci Mehmet Efe Denizli’ye gelmiş, bir rivayete göre 68 kişiyi kısa bir yargılamadan sonra başlarına satırla kestirerek infaz etmiş ve infazı devam etme niyetindeymiş. Denizli halkının bu yaptığını Kuva-yı Milliye Hareketi’ne karşı ayaklanma olarak değerlendirmiş ve şehri tamamen yakmaya yemin etmiş. Etrafında, onu bu kararından vazgeçirecek hiç kimse yokmuş. İşte bu sırada Sarayköy-Kabaağaç Bektâşî Dergâhı Şeyhi Tahir Baba devreye girmiş. Bu konuyu Üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar, “Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş” adındaki eserinde şu şekilde anlatmaktadır:
“Denizli evlerinin petrol dökülerek yakılmaktan kurtarılmasını, ölüm hadiselerinin durdurulmasını Sarayköy’lü Şeyh Tahir Efendi sağladı. Şeyh Efendi’yi ben de tanırdım; orta boylu, etine dolgun, kırmızı çehresi, beyaz keçe külahı üzerine sarılı yeşil sarığı, dervişlere mahsus abadan kısa cübbesi ve belinde kemeri ile başkalarına benzemeyen özel hayatı ve kıyafeti vardı.
Ara sıra cephede görünürdü. Herkesle çabuk dost olan sevimli bir zattı. Fazla bir kültürü olduğunu sanmam fakat tarikat ehlinin bilgisine sahip olduğuna şüphe yoktu. Benimle de dost olmuştu. Şeyh Efendi, vakayı haber alınca Demirci Efe’nin yanına koşmuş, onu kendisini kaybetmiş bir halde icraatını görünce ciddi bir tavırla yanına sokulmuş, Efe’ye;
- “Seni din namına, Allah’ın emrini yerine getirmeye davet ediyorum. Yaptığın Cenab-ı Hakk’ın rızasına aykırıdır; fazla oluyorsun” demiş. “Din namına, Allah’ın emri” sözü Demirci Efe üzerinde beklenen etkiyi yaratmıştır. Demirci:
-“Şeyh Efendi, ben yeminimi yerine getirmek isterim. Şehri yakmaya, Denizli’yi cezalandırmaya yemin etmiştim.” (Şeyh Tahir Efendi):
-” Oğlum, şeriatta zorlama yoktur. Her şeyin bir kol
ayı bulunur. Denizli Mezarlığı da şehir sayılır. Mezarlığın sakinleri şehirde bulunanlardan çoktur. Burasını ateşlediğiniz takdirde yemininiz yerine gelmiş olur. Taraflar bu tedbiri beğendi ve öldürmeler durdu. Gaz tenekeleri Denizli’nin büyük mezarlığına nakil olunarak yaş, kuru otlar ne varsa ateşe verildi ve böylece Demirci Efe’nin yemini yerine getirilmiş, kendisi de vebalden kurtulmuş oldu. Şeyh Tahir Efendi’nin ısrarı ve “Demirci Efe, sen buradan git!, isteği üzerine Demirci Mehmet Efe, karargâhını Denizli’den Goncalı’ya taşımış, böylece Denizli halkı rahat bir nefes almıştır.
Bir Bektâşî Dervişi babaerenler, İstanbul sokaklarında gezerken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın önünden geçiyormuş. Binanın önünde de şatafatlı bir fayton bekliyormuş. O sırada süslü, sırmalı elbiseler içinde olan adam binadan çıkarken, maiyetindeki muhafızları selam durmuş. Adam faytona binince, Baba Erenler meraklanmış ve muhafızlardan birisine, “Faytona binen padişah mıdır?” diye sormuş. “Hayır, padişahın bir kuludur.” cevabını almış. Baba Erenler, önce faytondaki adama tepen tırnağa kadar bakmış. Ardından kendi haline de baktıktan sonra ellerini havaya açmış ve “Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra bir de senin kuluna bak!” diye söylenmiş.
Bu bir Bektâşî fıkrasıdır. Anadolu’da Bektâşîlerin, kıvrak zekâlı ve hazırcevaplı olduklarını anlatmak için buna benzer yüzlerce fıkra anlatılmaktadır. Hatta bu konuda kitaplar bile yazılmıştır. İşte hem Demirci Mehmet Efe’nin yemininin yerine gelmesi, hem de Denizli’nin daha büyük bir felaketten kurtarılması için Tahir Baba’nın bulduğu bu çözüm pırıl pırıl bir Bektâşî zekâsına, güzel bir örnek oluşturmaktadır.