Şâhidî Efendi Türbesi, Muğla’nın merkezinde olan Camikebir Mahallesi, Emir Sait Sokağı’nda, kendi adıyla anılan Şahidi Camisi bahçesinde bulunmaktadır. Türbenin şehir merkezinde ve cami avlusu içerisinde olmasından dolayı özellikle kadınlar olmak üzere oldukça çok ziyaretçisi olduğu görülmektedir.
Asıl adı İbrahim olan Şâhidî Efendi, 1470 yılında doğmuş, 1550 yılında vefat etmiş, Muğla’nın en meşhur alimlerinden birisidir.
ilk tahsilini Mevlevi Şeyhi olan babası Salih Hûdayî Efendi’den almıştır. Daha sonra sırasıyla İstanbul’da Fatih, Bursa’da Yıldırım Han Medreselerinde temel bilimleri öğrendikten sonra Muğla’da Vefaî Şeyhi Bedreddin Sultan, Denizli’de Mevlevi Şeyhi Fânî Dede, Afyonkarahisar’da Divane Mehmet Çelebi ve yine Afyonkarahisar’da Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’nin yedinci göbekten torunu Paşa Çelebi’den tasavvuf dersleri almıştır.
Kırk yıla yakın öğrenim sürecinden sonra 50 yaşlarında memleketi Muğla merkezde, babasının yaptırdığı Mevlevî Tekkesi’nin başına geçmiş ve Muğla bilim, eğitim ve sanat dünyasına uzun süre hizmet etmiş en önemli alimlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Şâhidî Efendi’nin türbesi, Şahidi Camisi ile aynı avlu içerisinde, cami ile yan yanadır. Türbe içerisinde birisi Şâhidî İbrahim Efendi, diğeri de babası Salih Hûdayî Efendi’ye ait olduğu söylenen iki mezar bulunmaktadır. Türbe çevresinde ve cami avlusunda çok sayıda Mevlevî Tekkesi büyükleri ve dervişlerinin mezarları bulunmaktadır.
Şahidi Camisi aslında Mevlevî Tekkesi’nin tekke binası yani Mevlevî semazenlerin eğitim gördüğü ve sama döndükleri yapıdır ve Şâhidî Efendi’nin babası Salih Hûdayî Efendi tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. İbrahim Şâhidî Efendi’nin ölümünden sonra camiye çevrildiği ve o günden beri de cami olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Bundan dolayı bugün dahi caminin içi sema meydanı gibi kullanılmaktadır.
Rivayet odur ki, annesi Şâhidî Efendi’ye hamile iken babası ve annesi hacca gitmişler. Hac yolculuğu sırasında, Urfa civarına vardıklarında annesi doğum yapmış ve Şâhidî Efendi yani İbrahim dünyaya gelmiş. Anne ve babası, zorlu hac yolculuğunu bebek İbrahim’in sağlığı açısından sakıncalı bulmuşlar ve dönüşte almak üzere bir aileye emanet bırakmışlar.
Aynı hafta bebek İbrahim’i emanet ettikleri evin gelini de doğum yapmış ve bir erkek çocuğu dünyaya getirmiş. Yoksul olan ev halkı bebek İbrahim eve geldikten sonra bolluk ve berekete kavuşmuş. Hac dönüşü bebek İbrahim’i almak için gelen aileye evin gelininin çocuğu verilmek istenmiş. Fakat Şahidi Efendi’nin aile kendi çocukları olmadığını anlamış.
Anlaşmazlık kadıya kadar intikal etmiş ve kadı da şahit istemiş. O zaman, Şâhidî Efendi’nin babası “Benim oğlum kendine şahitlik eder” demiş. Bunun üzerine bebek İbrahim bir eli ile babasını göstermiş. Başka bir rivayete göre ise bebek İbrahim dile gelmiş ve babasının ismini söylemiş. Bu olaydan sonra da Şâhidî adı ile anılmaya başlamış.
Bir başka rivayete göre de Şâhidî Efendi’nin “duası kabul olmuş, kerameti zahir olmuş” bir ulu evliya olduğu Kanunî Sultan Süleyman’ın kulağına kadar gitmiş. Kanunî Sultan Süleyman Şâhidî Efendi’yi İstanbul’a huzuruna çağırmış.
Şâhidî Efendi’nin gerçekten duası kabul olmuş, kerameti zahir olmuş ulu bir evliya olduğunu anlamak için bir gece sabaha kadar ciltlenmiş şekilde bir Kur’an’ı Kerim yazmasını istemiş. Şâhidî Efendi’yi her tarafı kapalı ve kilitli bir odaya kapatmışlar.
Gecenin bir yarısında, meraklı bir saray görevlisi, Şâhidî Efendi’nin ne yaptığını merak etmiş ve anahtar deliğinden içeri gözetlemiş. Beş-on tanesi Kur’an sayfalarını yazan, beş-on tanesi sayfaları düzenleyen ve beş-on tanesi de Kur’an’ı cilt haline getirmeye çalışan kırk tane Şâhidî Efendi olduğunu görmüş ve çok şaşırmış. Sabah olunca kapı saray görevlisi tarafından açılmış ve tam tekmil bir şekilde hazırlanmış olan Kur’an’ı Kerim, Padişah Kanunî Sultan Süleyman’a takdim edilmiş.