Türklerin İslâm öncesi dini inanç sistemlerinde genel olarak “Gök-Tanrı” inancı hâkimdir. Gök-Tanrı, Bozkır kavimlerinin inancında tek yaratıcı olarak kabul edilmiş ve sistemin merkezinde yer almıştır. Gök-Tanrı’nın bütün kutsal varlıkların başında sayıldığına ve hepsine üstün geldiğine, yetkin bir iktidar sahibi olduğuna ve semavî bir mahiyete haiz bulunduğuna inanılmıştır.
Özellikle eski “Gök-Türk” inançlarında, Gök-Tanrı’nın tek yaratıcı olduğu, ateş ve su gibi bazı unsurlara kutsallık verilmekle beraber, sadece yer ile göğün yaratıcısı olan “Gök Tanrı”ya inanıldığı görülmektedir. Bütün Orta Asya Türk toplulukları, bu tek tanrı (Tek Tengri) inancı içerisinde; kimilerine göre bir din, kimilerine göre de vecd ve istiğrak tekniği olarak tarif edilen “Şaman” inanç ve pratiğini de yaşamaya devam etmişlerdir.
Şamanlığın bir kurucusu, kutsal kitabı, inanç esasları ve ibadetleri gibi bir dinde olması gereken temel unsurları yoktur. Eski Türk dinî inançlarından sayılan Şamanlık, din olmaktan çok temel prensibi ruhlara, cinlere ve yer altı varlıklarına kumanda etmek, otacılık yapmak ve gelecekten haber verme düşüncesi bulunan bir esrime ve sihir sistemidir. Şamanlık, “Atalar Kültü” ve “Yer-Su” inancının bir uzantısıdır. Esasen Şamanlık, girdiği bölge halkının maneviyatına, ruh dünyasına bürünme kabiliyetinde bir inanç sistemidir.
Türkler, tarih boyunca çok çeşitli coğrafyalarda yaşamışlar, çok çeşitli kültürlerle temas etmişler, bu temaslar sonucunda da çeşitli dinleri kabul etmişlerdir. Türklerin yaşadığı bölgelerin refah seviyesinin yüksek olması, başka milletlerin buralara akınlar yapmasına sebep olmuş dolayısıyla Zerdüştlük, Manilik, Müzdekîlik, Mûsevîlik ve Hıristiyanlık gibi dinler, Türkler arasında bir tepki görmeden rahatlıkla yayılmış ve varlıklarını sürdürmüştür. Çünkü Türklerin İslam öncesi dönemde inanç sistemlerinde organik bir bütünlük yoktur.
Türklerin, İslâm’dan önce, bütün dinlere karşı taassup ve dar görüşlülükten uzak bir şekilde, son derece müsamahalı bir yaklaşım gösterdikleri bilinmektedir. Zira XIII. asır Batılı gezgin Wilhelm Von Rubruck (1220-1293), Uygur ülkesinde Buda, Mani, Hıristiyan, İslâm ve Şamanî Türklerin bir arada ve ahenk içerisinde yaşadıklarını müşahede etmiştir.
Yine Hazer Türkleri Şamanî idiler, hükümet erkânı ve bir kısım halk Yahudi, askerî kumandanlar ve diğer bir kısım halk Müslüman olmuşlardı. Üç dini bir arada yaşatan bu Türkler, hiçbir zaman millî birliği bozacak hastalıklı bir duruma düşmediler, aralarında ayrılık ve nefret asla göstermediler. Semerkant şehrinde Müslümanlıktan evvel Şamanîler, Budîler, Zerdüştîler, Maniler, münferit olarak Nasturîler ve son olarak kısım kısım Müslümanlar yaşardı. Bu yerlerdeki bu fiili vaziyet dinî kaynaklı bir düşmanlığa sebep olmamıştır. Yine Uygurlarda hatta İbn-i Nedim ve Mes’udî gibi yazılı kaynaklarda verilen bilgilere göre Dokuz Guzlar Boylarında Şamanî, kısmen Zerdüştî, şehirler Budî ve kısmen Mani idiler; bu halin bunlar arasında ayrılık hissine sebep olduğu asla görülmemiştir.
Türkler tarihleri boyunca çeşitli din ve mezheplere intisap etmişler ve salik olmuşlardır, ancak bu hal tamamen fikri ve vicdani mahiyette tezahür etmiştir; diğer din ve mezhep saliklerine karşı kin bağlamak, kızgınlık ve nefret göstermek, toplumsal yaşantılarında dinî taassup ve aşırılıktan kaynaklanan kavgaları da tevessül etmemişlerdir.
Türkler, İslâm öncesinde hayat şartları gereği şehirlerden uzak, çadırda yaşamaya alışkın, basit bir hayat sürdürmüşlerdir. Bu nedenle din ve mezhep konularına pek ilgi duymamış, pek çok dinî, hatta başlangıçta İslâmiyet’i benimsedikleri halde, yine de kendi millî geleneklerine bağlı kalmışlar, yaşantılarında bir değişiklik yapmamışlardır. Bu arada eski Şamanî inançlara benzeyen inançlara da sıcak bakmışlardır.
Bu bağlamda, İslâm Dini’ne girdikten sonra Türkler arasında keramet sahibi, her derde deva bulan ve gaipten haber veren Şaman veya Kamların yerine Müslüman şeyh ve evliyaların alması kolay olmuştur. Bu derviş ve ermişler, göçebe Türklere İslâmiyet’i geniş, yumuşak bir ruh ve mana ile anlatmışlar ve Türklerin İslâmlaşmasında önemli katkılar sağlamışlardır.