Uygur Türk Hakanı Buğu Han’ın Gah Tekin adında bir oğlu varmış. Hakan oğlu Gah Tekin'e, Çin prenseslerinden Kiu-Lien'i almağı uygun görmüş. Evlendikten sonra Gah Tekin ve Çin Prenses Kiu-Lien, Hatun Dağı’nda büyük bir saray yaptırıp orada oturmaya başlamışlar. Hatun Dağı’nın güneyinde devasa bir kaya parçasından oluşan bir Kutlu Dağ varmış. Türklerin kuvveti, başarısı, sevinci, talihi ve dirliği bu kutsal kaya parçasına bağlıymış.
Bir gün Çin elçi heyeti, damatları olan Gah Tekin ve prensesleri Kiu-Lien'in sarayına gelmişler ve misafir olmuşlar. Prensesleri Kiu Lien’e karşılık çeğiz olarak Kutlu Dağ'ı Gah Tekin'den istemişler.
Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etmiş, yurdunun bir parçası olan bu kaya parçası Kutlu Dağ'ı onlara vermiş.
Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaymış. Bütün Uygur Ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıymış. Bu tılsımlı taş Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyormuş. Düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak Türklerin bütün saadeti yok olacakmış.
Hakan kayayı vermiş ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek türden değilmiş. Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun kömür yığıp ateşlemişler. Kaya iyice kızınca üzerine sirke döküp parça parça etmişler. Her parçasını almışlar, ülkelerine taşımışlar.
Kaya gittikten sonra Türk Yurdundaki dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar, bütün hayvanlar dile gelmişler, kayanın düşmana verilişine ağlamışlar. Yedi gün sonra da bu günahkar hakan ölmüş. Bundan sonra Uygur Türk halkı rahat ve huzur yüzü görmemiş. Yağmurlar yağmamış, ırmaklar kurumuş, ekinler olmamış, bademler dolmamış, kuzular doğmamış, insanlar doymamış ve ülkenin başına bir kara bulut gelmiş, oturmuş.
Ölen hakanın yerine Buğu Han'ın torunlarından biri hakan olarak oturmuş. O zaman dağlar, taşlar, hayvanlar, ağaçlar canlı cansız bütün varlıklar "Göç! Göç! Göç!" diye bağırmaya başlamışlar.
Bunu bir ilahî emir diye anlamışlar. Bütün Uygur Türkleri toparlanmışlar, yollara çıkmışlar. Yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeye başlamışlar. Sonunda bir yere gelip durmuşlar ve orada sesler de kesilmiş. Uygur Türkleri, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde konmuşlar, beş mahalle kurup yerleşmişler.
Bunun için bu yerin adını da Beş-Balıg (beş şehir) adını koymuşlar. Burada yaşayıp çoğalmışlar.
Eski Gök Tanrı (Şaman) inancımıza göre “Yer-Su” unsurlarının ruhları vardır. Toprak Ana Ötüken’e bağlı kutsal doğa ruhlarına sahiptir.
Ağların, göllerin, ırmakların, ormanın, ağaçların hatta bütün bir ülkenin ruh’u vardır, insanlar gibi canlı varlıklardır. Bundan dolayı da “Yer-Su”lara saygı göstermek gerekir. Bir ormana girildiğinde dikkatli hareket edilmelidir. Yüksek sesle konuşulmamalıdır. Ağaç dalları sebepsiz yere kırılmamalıdır. Rastgele taş atılmamalıdır. Su, dışkı ile kirletilmemelidir.
Suya tükürülmemelidir. Eğer insan doğadan bir şey aldıysa bu sadece doğa ruhlarının izin vermesiyle mümkün olmuştur. Bu yüzden insanlar “Yer-Su”lara şükür etmelidir.
Yarın yazacağımız bir haber yazısı için ön yazıdır...