Asırlardan beri Türk ve Müslüman devletlerin sırtında kambur gibi olan ve büyük alimlerin sözlerini, fetvalarını kendilerine göre yorumlayarak; hocasının ismini kullanarak çıkar elde eden insanların, Tarikat ve cemaat kisvesi altında toplanmaları her daim İslam aleminde kaosa sebebiyet vermiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, yaşadığı dönemde kişiye özel fetvaları olmak üzere, bütün söylediklerinin ve fetvalarının yazıya geçirilmemesi, kıyas meselesinde kullanılmaması konusunda talebelerini uyarmıştır. Zira O, “Meseleler zaman ve tarih içerisinde değişebilir. Bizim söylediklerimiz ve fetvalarımız günümüze hitap ediyor.
Kur’an da her dönem için çare vardır” demesine rağmen, talebesi Yusuf, hocasının bu vasiyetini dinlememiş ve onun vefatından sonra, O’nun görüş ve fetvalarını slogan gibi kullanmış ve İmam-ı Azam’ın (aslında kurmadığı) adıyla anılan Hanif Tarikatının yol haritasını çizmiştir.
Diğer tarikat ve cemaatlerin önderleri de böyledir. Onlar da Tarikat veya cemaat kurmamış, yolundan gidenlerce kurulmuştur. Her kuruluş hocasının öğretilerini yol haritası olarak kabul etmiş, önde gelen talebeler hocalarının öğretilerini kendi düşünceleri ile yoğurmuştur. Ve bunun sonucunda, İslam’da “ruhban sınıfı” olmamasına rağmen devletin uhdesinde kendilerine yer bulmaya başlamıştır. Yöneticilerin İslam’a ve Onun peygamberine, ailesine duyduğu derin sevgi ve hürmeti kullanır hale gelmişlerdir.
Sonuçta devir değiştikçe güçlenen grup, gözden düşen diğer grubu aşağılamış, onları “Bidatçı” olarak sapık ilan etmiş, hatta önder insanların katledilmesine vesile olmuşlardır. Halen devam etmekte olan bu durum, asırlardır İslam dininin kalbinde hançer gibi sürüyor. Ve bu işgüzar talebelerin asırlar önce yazdıkları, günümüz İslam şartlarında insanların birbirlerine düşmesine sebep olmuştur. Çünkü o gün yazılanlar, günümüz din anlayışını karşılayamaz hale gelmiştir.
Selefiler “Müslüman olup olmaması önemli olmayan” bir anlayış içerisinde, kendilerine uymayanların öldürülmesini, kadınların sosyal hayata katılmaması, mal gibi alınıp satılması vs. anlayışını sapıkça eski kaidelere eklemişlerdir. Bu tarikat ve cemaatlerin çoğunluğu “israiliyyat” dediğimiz, Hristiyan ve Yahudilerin “tahrif edilmiş” Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarından alıntılar yapmışlardır.
Eski ahitlerin kullandığı öğretileri İslam’ın emri gibi insanlara lanse etmişlerdir. Mesela; “Kadınların kara çarşaf, Car giymeleri, şapka, fes, pantolon ve gömlek gibi değişebilen kültürel parçaları kabul etmeyerek, illaki sarık sarmak, şalvar giymeyi sünnet kabul etmeleri, cemiyet hayatında sırıtan davranış ve hareketleri” sayılabilir.
Bir Müftü veya İmam, hutbeye çıktığında “Bir lokma, bir hırka” misallerini vererek” Müslümanları yoksulluğa ve kaderciliğe ittikleri gibi, kendileri halkın sırtından “Karunluğa” götüren zenginliğin nereden geldiğini bildiği halde, “haramı Helal gibi kullanmaları” bizi bu hale getirmiş, Sevgili gençlerimiz dinimizi sorgular hale gelmiştir.
Bugün hep belden aşağı fetva verenler, dini sohbetlerinde sadece bu konuyu anlatan ve yıllardır belden yukarı çıkamayan sözde din alimlerinin sohbetleri hep bu sapık düşüncenin sonucudur. Oysa Türkiye dahil, İslam dünyasında 21. Yüzyıl içinde bir alim yetiştiremedik.
Bu yüzden eskiye saplanıp kaldık. Ve bunlar, azıcık mantıklı olan ve dinini sorgulayan, Kur’an ne anlatıyor diye merak edenleri “Kur’an-ı Türkçe okumayın. Anlamazsınız. Dinden çıkarsınız” telkinleri ile insanları karamsarlığa itmiştir. Din adamlarına büyük hürmet duyan, koruyup kollayan yöneticiler de, bunu çaresini bildikleri halde, işlerine geldikleri gibi hareket etmişlerdir.
Sonuçta, geldiğimiz nokta bellidir.
Artık Müslümanların, milenyum yüzyılı denilen bu teknoloji çağında İslam Dini konusunda şunu unutmaması gerekir; “İslam dini mantık ve anlayış ile çelişmez. Sosyal hayatın yaşamına ters düşmez. Çalıyorlar ama, alnı secdeye değiyor diye, hiçbir yöneticiyi aklamaz.
Saygılarımla…
Esen kalın.