Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Dinimizin yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de vaat edilmiş topraklar hususunda Tevrat ile paralel bilgilere rastlamaktayız. Kur’an, İsrail oğulları ve vaat edilmiş toprak Arz-ı Mev’ud ilişkisini doğrulamaktadır. “Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ” “İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk (mülken azime) bahşettik.” [4/Nisa/54] ”Yâ kavmidhulûl ardal mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ edbârikum fe tenkalibû hâsirîn” ”Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa (El Ard-el Mukaddes) girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” [5/Maide/21]
Kur’an, Tevrattan farklı olarak, İsrail oğullarının yerleştikleri ve Tevrat’ın Arz-ı Mev’ud olarak nitelediği Kenan topraklarına, El Ard-el Mukaddesdemektedir. Mukatil b. Süleyman bu hususta şu beyanda bulunmaktadır:
El- Arz ile hassaten Şam’daki Arz-ı Mukaddes kastedilmiştir; şu ayette olduğu gibi:
“Ve o zaafa uğratılmış kavmi, vâris kıldık arzın (yani, Ürdün, Filistinin) doğularına diyerek Mukaddes beldeyi Şam, Ürdün ve Filistin arasındaki topraklar olarak tarif etmektedir.” [Mukâtil b. Süleymân; Kuran terimleri sözlüğü, s.258] Maide suresinde geçen El Ard-el Mukaddes hakkında Ragıb el-Isfahani, Müfredatında, şunları kaydetmektedir:
Beyt-i Mukaddes; necasetten, yani şirkten temizlenen ev. El Ard-el Mukaddes /Kutsal toprak sözü de böyledir.
Yani Kur’an, Tevrat’ın Arz-ı Mev’udolarak nitelediği toprakları; şirkten temizlenmiş topraklar (El Ard-el Mukaddes) olarak nitelendirmektedir. Nasıl ki Hz. İbrahim Kenan topraklarına yerleşerek oranın Tevhid egemenliğine girmesini sağlamışsa Hz. Musa sonrası Yeşu peygamber döneminde de Kenanın ele geçirilip Tevhidin egemen kılınması ile Hz. Yakuptan sonra şirkin egemen olduğu Kenan toprakları yeniden tevhidin egemenliğine girmiştir.
Yeşu peygamber sonrası Talut, Hz.Davud ve Hz. Süleyman dönemlerinde de tevhidin egemen olduğu topraklar. Daha sonrasında şirke bulanarak zaman zaman gelen resuller yoluyla şirkten arındırılmaya çalışılmıştır. Kur’an, vaat edilmiş toprakları, bereketli topraklar olarak da tanımlamaktadır.
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, (barekna havlehu) çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.”[ 17/Isra/1] “Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler (barekna fiha) verdiğimiz ülkeye (yani, Arz-ı Mukaddes’e)[ Mukâtil b. Süleymân; A.g.e, s.258]ulaştırdık.[ 21/Enbiya/71] “Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle (barekna fiha) doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık.2[7/Araf/137]
Müfessirler bu ayetlerde geçen barekna bereketin manasının; o bölgede çıkan resullerden ve yaşadıkları tevhidi dönemlerin hatırasından ileri geldiğini belirtmektedirler. Bilindiği gibi tüm azim peygamberler ve onların soyları bu topraklar içi ve çevresinde yer alan bölgede yaşamışlar ve tevhidi mücadeleler vermişlerdir. “Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik.”[10/Yunus/93]
Anlaşıldığı gibi Kur’an, İsrail oğulları ve Arz-ı Mev’ud ilişkisini, kuru toprak anlayışı olarak değil, inanç ve onun değerlerinin uygulandığı topraklar bazında görmektedir. Kur’an, İsrail oğullarının, Allah’a ve resulüne karşı gelmelerinden misaller vererek, vaat edilmiş toprakların, yalnızca Allah’a ve resulüne itaat edenlere müstahak olduğu vurgusunu yapmaktadır. Kur’an yeryüzüne Allah’ın iradesini hâkim kılanların egemen olabileceklerini belirttiği ayetlerde Yahudilerin; ırkçı, dini/millî Arz-ı Mev’udanlayışına zımnen karşı çıkmaktadır. Andolsun Zikir'den(Tevrat) sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne Salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.[21/Enbiya/105] Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince:
Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu. [2/Bakara/124]
Kur’an-ı Kerim, Arz-ı Mev’ud-un tarihçesi, mahiyeti ve sınırları üzerinde hiç durmamıştır. Bu kavramı şirkten temizlenmiş topraklar (El Ard-el Mukaddes) olarak tebdil ederek, geçmişte İsrail oğullarına verilen bu nimeti İsrail oğullarının değerlendiremediklerini; düştükleri şirk batağı yüzünden, kendilerini tevhide davet eden peygamberleri reddetmek ve onları katletmek gibi birçok kötü fiili uyguladıklarına dikkat çekmiştir.
Kur’an geçmişte kalmış Arz-ı Mev’ud inancını indiği dönemin iman-küfür mücadelesine örneklik yaparak Küfür tarafında olan Yahudileri uyarmıştır. Yine Kur’an, Yahudilere vaat edilmiş toprağa dönüş veya başka hedefler sunmamış; Kur’ana tâbi olmalarının kendilerine sunulan yeterli bir nimet olarak görmüştür.
Kur’an’ın Arz-ı Mev’ud/ ElArd-el Mukaddesten bahsetmesi Arz-ı Mev’ud’u yeniden kutsamak ve İsrail oğullarının yeniden o bölgenin sahibi olduğunu tescil etmek gayesiyle olmamıştır. Eğer böyle bir durum olmuş olsa idi; Yahudilere seslenerek, İslam olun, Hz. Muhammed’e tabi olun ve gelen vahye uyun, Allah sizi Arz-ı Mev’uda ya da El Ard-el Mukaddese koysun diye belirtirdi.
Nitekim Kur’an ve Sünnet de böyle bir tescil anlayış egemen olmuş olsaydı, İslamın yayılış sürecine bakıldığında Hz. Muhammed sonrası fetihlerde elde geçirilen Kenan toprakları Sahabe tarafından tekrar Yahudilere tahsis olunurdu.
Tüm bu gerçekler ışığında diyebiliriz ki, Kuran’da El Ard-elMukaddes / Arz-ı Mev’ud mefhumu sadece dönemin Yahudilerinin; Tevrat ve İncilin devamı olan Kur’an-a karşı tutumlarını değiştirmek için verilmiş bir örneklikten öteye gitmemiştir.
Sonuç:
Tevratta vaat edilmiş topraklara sahip olmanın şartı olan, Allah’a itaatin; yani Tevrat kavramı olarak ahit Kur’an kavramı olarak tevhid’in asıl temelinden kaydırıldığı gözlemlenmektedir. Hz. Musadan sonrası Yahudi din oluşum süreci; Kenan’a sahip olmanın şartını Musa/Davud/Süleyman (a.s) sonrası, Allah’a iman etsin etmesin, İsrail oğulları ırkına, sonsuza kadar teşmil ederek vaat edilmiş toprakların sahiplik şartını tevhid boyutundan ırkî/millî etnisite boyutuna indirgemiştir. Bu durum Tevrat metni içersindeki muharref yapılanmanın bir ürünü şirk anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Süleyman döneminin sona ermesi ile birlikte bilhassa Babil sürgünleri dönemi etkisiyle Arz-ı Mev’ud kavramı sadece etnik/dini yapılanma olan Yahudiliğin ayakta kalma argümanı haline gelmiştir.
Tevratta ki Arz-ı Mev’udkavramını, dünyanın diğer yerlerinden istisna edilmiş güzellikleri olan ayrı bir toprak parçasının kutsanmasını olarak değil, tevhide dayalı yaşanabilecek özelliği olan bir toprak parçası olarak kabul etmek gerekmektedir. Hz. İbrahim bunun için şirk topraklarından hicret ederek vaat edilen topraklarda iskân olmuş tevhidi yaşam sürmüş ve o topraklara tevhidi egemen kılmıştır. Hz. İsmail ve Hacer Mekke topraklarına Tevhidi gayeler için yerleştirilmişlerdir.
Allah, Kur’an-ı Kerim de vaat edilmiş topraklar/Arz-ı Mev’ud kavramının içeriğini, muharref halden aslî konumuna getirmektedir. Bu yüzden, Kur’an-ı Kerim’de anlatılan İbrahim kıssasında Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesinin, detaylarını vererek, oradaki mücadele sonrası uğradığı vatanından sürgünün karşılığının; vaat edilmiş topraklar ile ödüllendirdiğini bildirmektedir. Ondan sonra Mısır çıkışı vatansız kalan, Musa(a.s) dönemi İsrail oğullarına vatan olarak, tabii ki, Allaha itaat şartı ile verilmiş olduğu gerçeğinin altını çizmektedir. Kur’an bu yüzden vaat edilmiş topraklara, şirkten temizlenmiş topraklar (El Ard-el Mukaddes) demektedir.
Hz. Muhammed’in(a.s) resullüğü ve Kur’an-ın inzali ile birlikte tüm yeryüzü El Ard-el Mukaddes /Arz-ı Mev’ud olarak etnik ayrım yapılmadan tüm Müslümanlara vaat edilmiştir. Allah’ın dinini yani tevhidi tüm yeryüzüne egemen kılanlara, tüm tevhid hâkim kılınan yerler Arz- Mev’ud haline gelmiştir.
Dolayısıyla Hz. Muhammed’in getirdiği son vahy ile birlikte o dönemin Yahudilerinin yapacağı tek şey vardı, Müslüman olmak ve ırka dayalı dini/millî şirk değerlerinden soyunarak tevhidin egemenliğine girmek ve Global İslamileşmek
Nitekim Hz. Muhammed’in resullüğü ile birlikte Müslüman olanlar, Yahudilik inançlarına dayalı etnik kimliklerini İslam potasında yitirmişlerdir. Böylece Kur’anın nazil olması ile birlikte, geçmiş Muharref Yahudilik/Sabiîlik/Hıristiyanlık din ve anlayışlarının muharref yapıları kadük olmuştur. İslam’ın gelişinden itibaren ve bu gün ve gelecekte Müslümanların Arz-ı Mev’ud diye bir sorun veya ideali olmamıştır/olmayacaktır.
Hz. Muhammed’e tâbi, Kur’an-ı rehber edinenler için tüm yeryüzü Arz-ı Mev’ud’dur. Müslümanların görevi tüm yeryüzünde geçmişte Kenan da; Musa / Yuşa / Talût / Davud / Süleyman’ın (a.s) Tevhidi egemen kıldığı gibi şimdi ve kıyamete kadar tüm yeryüzüne tevhidi hâkim kılarak dünyayı Arz-ı Mev’ud / El Ard-el Mukaddes hale getirmektir. Merhameti, insan sevgisi olmayan Yahudilerin zulmünden islam ümmetini korusun korusun.. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.