Rahman ve Rahim olan Allah’ı adıyla
Misafire ikrâm etmek, müslümanın şiârıdır. Nitekim Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz:
مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيوْمِ اخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ،
“…Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misafirine ikrâm etsin…”
Misafir ağırlamak ve onu memnun etmek; bir incelik, hattâ bir sanattır. Gönül insanı olmayanlar, bu sanatın inceliğini kavrayamaz.
Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-, nezâketleri sebebiyle misafirlerine bizzat kendileri hizmet ve ikram etmişlerdir.[Beyhakî, Şuab, VI, 518, VII, 436]
Misafir ağırlamak, bazı kişiler tarafından genellikle maddi ve manevi bir külfet olarak algılanır. Çünkü bu insanlar misafir ağırlamayı, Yüce Allah'ın rızasını kazanmaya ve güzel ahlak sergilemeye vesile olacak bir ortam olarak algılamazlar. Toplumsal bir gelenek ya da sosyal bir zorunluluk olarak görürler. Bu konuda ancak menfaat sağlama ihtimali onlar için şevklendirici olur. Oysa Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin için misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği bir vesiledir. Bu nedenle müminler, iman etmeyen insanların aksine misafiri güzellikle karşılarlar.
Peygamberler Allah'ın insanlara ahlak ve tavır güzelliğinde örnek olarak yarattığı çok değerli insanlardır. Bizler din ahlakının nasıl yaşanması gerektiğini peygamberlerimizin kıssalarından öğrenebiliriz. Bu kıssalardan biri de Hz. İbrahim ve konukları ile ilgilidir. Bir misafirin İslam ahlakına göre nasıl ağırlanması gerektiği Kuran'da Hz. İbrahim örnek verilerek açıklanır. Aşağıdaki ayetlerde hayatı müminlere güzel bir örnek olan Hz. İbrahim'in, yaşadığı olay şöyle haber verilmektedir:
هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ ضَيْفِ اِبْرَهِيمَ الْمُكْرَمِينَ* اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلاَمًا قَالَ سَلاَمٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ* فَرَاغَ اِلَى اَهْلِهِ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ* فَقَرَّبَهُ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلاَ تَأْكُلُونَ*
“Ey Muhammed! İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" diye düşünmüştü. Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, pişirilmiş semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.” [Zariyat Suresi, 24-27]
Bu ayetlerden iktibas suretinde, bizler şu manaları çıkarabiliriz:
Misafir Güzellikle Karşılanmalıdır.
Hz.İbrahim(a.s) kıssasında olduğu gibi müminler, ağırlayacağı kimselere öncelikle saygı, sevgi, huzur ve güleryüz sunar. Bunlar olmadan yalnızca ikrama dayalı bir ağırlama hoşnut edici olmaz. Nitekim Hz İbrahim de konuklarını selam diyerek karşılamaktadır. Çünkü Yüce Allah
وَاِذَا حُيِّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَا اَوْ رُدُّوهَا اِنَّ اللهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ حَسِيبًا
“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır.”[Nisa Suresi, 86] ayetinde selam verildiğinde en güzel şekilde karşılık vermenin önemine dikkat çekmiştir. Kuran ahlakında güzel davranışlarda bulunma konusunda bir yarış söz konusudur. Müminin daha misafiri karşılarken verdiği selam da bunun bir örneğidir.
Misafir Rahat Ettirilmelidir.
Kuran ahlakına sahip müminler, misafirin olabilecek tüm ihtiyaçlarını, özenle düşünür, onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçlarını karşılarlar.
İkram, Sezdirmeden Hazırlanmalıdır.
Ayette bildirildiği gibi Hz.İbrahim(a.s) gelen misafirlere sunacağı ikramı sezdirmeden yapmıştır. Çünkü misafir olan kişi, çoğu zaman nezaketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez. Hatta çoğu zaman da ince düşünceli davranarak kendisine yapılacak olan ikramları engellemeye çalışır. Böyle bir kişiye örneğin bir ihtiyacı olup olmadığı sorulacak olsa büyük olasılıkla olmadığını söyleyecek ve teşekkürle karşılık verecektir. Bu durumda da Kuran ahlakına göre gösterilecek olan en uygun tavır, ikramın sezdirilmeden yapılması, kesinlikle konuğun kendisine sorulmadan, her şeyin ince- ince düşünülerek hazırlanıp sunulmasıdır.
İkram, Gecikmeden Yapılmalıdır.
Yine bu ayetlerde işaret edilen bir başka güzel tavır da, söz konusu ikramın gecikmeden yapılmasına yöneliktir. Böyle bir tavır, her şeyden önce kişinin, misafirin varlığından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Çünkü ikramın ayette de haber verildiği gibi “hemen”, “çok geçmeden” yapılmış olması, kişinin karşı tarafa hizmet etme ve ağırlama konusundaki tevazusunu ve şevkini ortaya koyar.
İkramın En İyisi Seçilmelidir.
Misafir ağırlama adabında uygun tavırlardan biri de bu ayetlerde haber verildiği gibi ikram edilebilecek en iyi yiyeceklerin seçilmesidir. Hz.İbrahim(a.s) evine gelen konukları tanımadığı halde yapabileceği ikramın en iyisini yapmaya çalışmış ve hemen giderek بِعِجْلٍ سَمِينٍ “semiz bir buzağı” ile geri dönmüştür. Etin en lezzetlisi, en sağlıklısı ve en besleyicisi de en “semiz” olanıdır. Hz.İbrahim'in(a.s) bu ahlakını örnek alan müminler de misafir ağırlarken imkânları nisbetinde malzemelerin en tazesini, en temizini ve en lezzetlisini seçmeli ve özenli bir biçimde hazırlamalıdır ki bu ayetin bir işaretidir.
Misafir ağırlamak ve misafire izzet-i ikramda bulunmak, dinimizin önemle üzerinde durduğu ehemmiyetli mes’elelerdendir.
İbrahim Aleyhisselâm'ın misafirperverliği meşhurdur. "Allah'ın dostu" manasında “Halilullah” diye yâd edilen Hz.İbrahim(a.s) misafir olmadan sofraya oturmaz, yola çıkar misafir gözetlerdi.
Cabir b. Abdullah'ın(r.a) naklettiği hadis-i şerifin bir bölümü şöyledir. Resûlullah(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allahu Teâlâ'nın İbrahim Peygamberi(aleyhisselam) halil ittihaz etmesinin sebebi, yemek yedirmesi, açıktan selâm vermesi, insanlar uykuda iken gece namazı kılmasıydı."[Tenbîhü'l Gafilin, c.2/534]
İbn Abbas(r.a) der ki: Peygamber(s.a.v):
"Kim namazı dosdoğru kılar, zekâtını verir, Ramazan orucunu tutar, misafiri ağırlarsa, cennete girer"[Tergib ve Terhib, C.5/211-12] buyurdu.
Hz.Enes(r.a) naklediyor: Resûlullah(s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Bir kimse Müslümanlardan dört kişiyi misafir etse ve onlara yemelerinde, içmelerinde, giymelerinde kendi ehline yaptığı ikramı yapsa, bir köle azad etmiş gibi olur." [ Ramûz, c.2/405-2]
Hz.Ali(r.a) yemek yedirme hususunda şöyle demektedir:
"Bir arkadaşımı bir sabah yemeğe çağırmak, benim için pazara çıkıp bir köle satın almak ve o köleyi Allah yolunda azad etmekten dahasevimlidir." [Hayâtü's Sahabe, c.3/299]
Peygamberimiz(s.a.v), misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirmiştir.[İbn-i Mâce, Eti’me 55]
İbn Abbas(r.a.) derki, Resûlullah(s.a.v):
"İçinde misafire yemek yedirilen evdeki hayır ve bereket, devenin hörgücüne dayanmış bıçağın tesirinden daha çabuk çoğalır"[Tergib ve Terhib, C.5/211-14] buyurdu.
Peygamber efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hâsıl eder."
[Kütüb-i Sitte, Prof.Dr.İbrahim Canan, 16.cilt s.239]
Peygamber Efendimiz(s.a.v) başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
“Misafir Rızkı ile birlikte gelir. Giderken de Ev sahibinin bağışlanmasına vesile olur.”[Kenzül-irfan, sh.65]
Misafirden hizmet yapması beklenmemelidir.
Peygamber efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Misafirden hizmet beklemek, aklın noksanlığına alamettir.” [Deylemi]
Misafiri bir müddet yalnız bırakmalıdır.
Misafir bir müddet dinlenip, gerekli ihtiyaçlarını giderdikten sonra yemek veya diğer ikramları getirmelidir.
Misafir ağırlarken, aşırı külfete(lüzumundan fazla ikram) girerek, pahalı ve çok çeşitli ikramlardan sakınılmalıdır.
Bu hususta sahabelerin tatbikatı örnek alınıp, hiç zorlanmadan elindeki ve evindeki imkânları kullanmak ve aşırı masraftan kaçınıp ilâve bir külfete girmemektir.
Hazreti Ali (r.a) mevzu hakkında:
“Arkadaşın en kötüsü, külfete giren, kendisinin idare edilmesine seni mecbur kılan, seni özür dileyici işlere itendir.” buyurmuştur.
Peygamber efendimiz(s.a.v) buyurdu ki:
“Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini üzen, Allahü teâlâyı üzmüş olur.” [İbni Lâl]
Hz. Enes b. Malik(r.a) bir ara hasta iken birkaç kişi ona uğramıştı. Hz.Enes(r.a) cariyesine şöyle dedi:
"Bak evde ne varsa arkadaşlara bir yemek hazırla. Ekmek parçaları bile olsa.”[Hayâtü's Sahabe, c.2/300]
Misafir, nimet ve ganimet bilinmeli, bununla birlikte her daim misafir gelmesini arzu etmelidir.
Efendimiz(s.a.v) cömertliği, misafirperverliği övmektedir. Misafirler bir kimsenin evinde bir şeyler yediği sürece, melekler ev sahibi için Allah’tan bağışlanmasını dilerler.
Meleklerin duası makbul olduğuna göre, misafir ağırlamanın ev sahibinin günahlarının bağışlanmasına büyük bir vesile olduğunu göstermektedir.
Bu cömertlik, evle sınırlı olmamakla birlikte, dışarıda, lokantada da olabilir. Mühim olan ev sahipliğini yapmak ve misafirleri ağırlamaktır.
Hz.Âişe(r.a) Peygamber'in(s.a.v):
"Melekler, sofranız kurulu oldukça size dua eder"[Tergib ve Terhib, c.5/211-13] buyurduğunu rivayet etmiştir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ hayır murat ettiğine, hediye olarak misafir gönderir.”[E. Nuaym]
“Misafirle yenilen yemekten sorgu-sual olmaz.” [Deylemi]
Mü’minlerin imanca en olgunu, ahlakça yüksek olanıdır. Herkes bunun yanına rahatça gelebilir, geleni gideni çok olur, başkaları ile ülfet eder, hem de kendisi ile ülfet edilir. Ülfet edemeyende, geçimsiz olanda, hayır yoktur.
Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Misafir girmeyen eve, melekler de girmez.”[Şir’a]
İmkânı bulunduğu halde, misafir ağırlamak istemeyenleri ise: “Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” [İbn-i Hanbel, c.IV 155] hadisleriyle uyarmıştır.
Yemekte misafirle ilgilenip sohbet etmeli, yemek yemesi için teşvik edilmelidir.
Misafiri rahat ettirmek, rahatça, çekinmeden gönül huzuru ile yemek yemesini sağlamak, ev sahibinin görevlerinden olmakla birlikte, devamlı bir surette, "ye! ye!" demekte uygun bir hareket tarzı değildir.
Ev sahibi, misafire hizmet etmeli, yolcu edeceği zaman da onu kapıya kadar geçirmelidir.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Misafirle birlikte hareket etmen ve onu kapıya kadar uğurlaman, misafirin senin üzerindeki haklarındandır.” [Bihar, c.77, s.84]
Misafir ağırlamanın diğer bir adabı; ev sahibinin, misafirin önüne bıraktığı yemekleri az görmemesi ve “size göre değil, naçizdir…” gibi ifadeler kullanmamasıdır.
Zira Allah’ın nimetleri tahkir edilmemelidir. Nitekim İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur:
“İnsan için, din kardeşlerinin huzuruna koyduğu yemekleri az ve değersiz görmesi, günah olarak yeterdir.”[Mehasin, Berkî 414; Bihar, c.75, s.453]
"Davetsiz misafir" olmaktan sakınmak lazımdır. Bir yere gidileceği zaman, önceden randevu alınmalıdır.
Davet edilen kişi veya kişiler, yanlarına ilâve olarak bir veya birkaç kişiyi de alacaklarsa; bu durumu ev sahibine bildirmeleri gerekir. Zira ev sahibi ona göre hazırlık yapmıştır. Ev sahibini mahcup duruma düşürmek doğru değildir.
Randevu aldıktan sonra veya davet edildiğinde, davete tam vaktinde gitmelidir. Çok önceden gitmek yahut çok geç kalmak doğru değildir. Ayrıca eve girmeden önce mutlaka izin istemelidir.
Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى اَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ* فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فِيهَا اَحَدًا فَلاَ تَدْخُلُوهَا حَتَّى يُؤْذَنَ لَكُمْ وَاِنْ قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكَى لَكُمْ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ* لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ مَسْكُونَةٍ فِيهَا مَتَاعٌ لَكُمْ وَاللهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ*
"Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle tanışıklık peyda etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Umulur ki, iyice düşünür, hikmetini hissedersiniz. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size geri dönün derlerse hemen dönüp gidiniz. Bu sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bilendir. Meskûn olmayıp umumun menfaatine açık binalara girmenizde ise size bir günah yoktur. Açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de Allah hakkıyla bilir."[23]
Bir başkasının evine gidildiğinde, kapıyı çalınca en çok karşılaşılan soru, "Kim o?" dur. Bu soruya cevap verirken, kapıyı kim çalıyorsa, "Ben!" demek yerine, kendi ismini söylemesi gerekir.
Cabir(r.a) şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber'e(s.a.v) geldim ve kapıyı çaldım. Bunun üzerine Peygamber(s.a.v);
« من هذا ؟ » فقلت ، أنا ، فقال : « أنا أنا ؟ » كأنهُ كَرهَهَا
"Kim o?" diye sordu. Ben de: "Benim." dedim. Hz. Peygamber (s.a.v) ise:
"Ben, ben?" buyurdu. Sanki bu sözü (yani "ben" diye cevap vermeyi) çirkin bulmuştu.[Buhârî, İsti’zân 17; Müslim, Âdâb 38-39. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 128]
Misafirliğe gidilen evin ilk önce kapısı çalınır. Daha sonra kenara çekilip, kapı açıldığında evin içinin görülemeyeceği tarafta durup beklenir ve doğrudan kapıdan evin içerisine bakılmaz.
İçeri girmek için ise evvelâ ev sahibine selâm verilmeli, sonra izin isteyip içeri girilmelidir.
Abdullah Büsr (radıyallâhu anh) anlatıyor:
كَانَ رَسولُ اللّهِ . إذَا أتَى بَابَ قَوْمٍ لَمْ يَسْتَقْبِلِ الْبَابَ مِنْ تِلْقَاءِ وَجْهِهِ وَلكِنْ مِنْ رُكْنِهِ الأيمن أوْ الايْسَر. ثُمَّ يَقُولُ: السّلاَمُ عَلَيْكُمْ، السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ، وذلِكَ أنَّ الدُّورَ يَوْمَئِذٍ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهَا سُتُورٌ
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kavmin kapısına gelince, yüzüyle kapıya dönmezdi. Sağ veya sol omuzunu çevirirdi. Sonra da:
"Esselâmü aleyküm, esselâmü aleyküm!" derdi. Böyle yapışı o sıralarda kapılarda örtü olmayışındandı."[Ebû Dâvud, Edeb: 138, (5186); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/163.]
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
إنَّمَا اسْتِئْذَانُ مِنَ النَّظَرِ
Bir zât Peygamberimizin(a.s.m) huzuruna girmek için izin istedi. Kapıya doğru bakarak önünde duruyordu. Peygamberimiz(a.s.m) “Böyle mi bekliyorsun? İzin istemek, içeriye bakmamak içindir!”[Ebû Dâvud, Edeb: 136, (5173); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/164.] buyurdu.
Misafirliğe giden kişi, ev sahibinin kendisine gösterdiği yere oturmalıdır.
Zira ev sahibi, mahremiyeti sağlamak için neresinin daha uygun olduğunu bilen kişidir.
Misafir, ev içinde gösterilmeyen yerlere bakmamalı, "Şu odayı da göreyim", "Mutfağı da göreyim" gibi taleplerde bulunmamalıdır. Misafirlikte tecessüs, yani araştırma, gözünü odanın içerisinde dolaştırarak her yeri inceleme, gözünü kapıya çevirme doğru davranışlar değildir.
Davette getirilen yemeği beğenmemezlik ve yapılan ikramları red etmek doğru bir davranış değildir. Zira sahibi şeriat Peygamber Efendimiz(s.a.v) hiç bir yemeği beğenmemezlik etmez, yemeğe kusur bulmazdı. Hoşuna giderse yer, hoşuna gitmezse yemezdi.
Hz.Cabir(r.a) Peygamber Efendimizin(s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Adama şer cihetinden, misafir gittiği yerde önüne konulanı beğenmemesi kâfidir." [Ramûz, c.2/340]
Davet etmek sünnet olduğu gibi, davete icabet etmekte sünnettir.
Hatta bazı hallerde -Düğün yemeği gibi- vaciptir. Bu bakımdan meşru mazeretler haricinde davete icabet etmek gerektir.
Şayet meşru bir mazeret varsa, o takdirde gelemeyeceğini önceden bildirip, hem davet edildiği için teşekkür edilmeli, hem de gidemeyeceğinden dolayı özür dilenmelidir.
Hz.Ebû Hüreyre(r.a) naklediyor:
"En fena yemek, kendisine zenginlerin çağırılıp, fakirlerin çağırılmadığı -meşru dairedeki- düğün yemeğidir. Kim ki davete icabet etmezse Allah ve Peygambere asi olmuş olur." [Ramûz, c.2/305-7]
Hz.İbni Mes'ud(r.a) naklediyor:
"Davete icabet edin. Hediyeyi red etmeyin ve Müslümanları dövmeyin." [Ramûz, c.1/16-11]
Misafirlik müddeti üç gündür. Yakın akraba iseler, duruma bakmak lâzım, şayet ev sahibi sıkıntıya düşecekse, zorlanacaksa, o vakit izin alıp gitmek gerektir.
Muamelatta; evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir.
قالَ رسولُ اللّهِ: اَلضِّيَافَةُ ثَلاثَةُ اَيَّامٍ. فَمَا سِوَى ذَلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ
Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir. [Ebû Dâvud, Et'ime: 5, (3749); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/300.].
Resûlullah(s.a.v) şöyle buyurdular:
وعن أبي شُرَيْح خُوَيلدِ بن عمرو الخُزَاعِيِّ رضي اللَّه عنه قال : سَمِعتُ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول :
« مَنْ كان يؤمِنُ بِاللَّه واليوْمِ الآخِرِ فَلْيُكرمْ ضَيفَهُ جَائِزَتَهُ »
قالوا : وما جَائِزَتُهُ يا رسول اللَّه ؟ قال : « يَومُه وَلَيْلَتُهُ . والضِّيَافَةُ ثَلاثَةُ أَيَّامِ ، فما كان وَرَاءَ ذلكَ فهو صَدَقَة عليه » متفقٌ عليه .
Ebû Şüreyh Huveylid İbni Amr el-Huzâ`î radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söyledi:
- “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin”.
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir? diye sordular.
Peygamber aleyhisselâm da:
“Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.”
Buhârî, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Lukata 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 5; Tirmizî, Birr 43; İbni Mâce, Edeb 5
Müslim’in bir başka rivayetine göre şöyle buyurdu:
- “Bir müslümanın din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.”
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar? diye sorunca:
- “Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla” buyurdu.
وفي روايةٍ لمسلم : « لا يحِلُّ لِمُسلمٍ أن يُقِيم عند أخِيهِ حتى يُؤْثِمَهُ » قالوا : يا رسول اللَّه . وكَيْف يُؤْثِمُهُ ؟ قال : « يُقِيمُ عِنْدَهُ وَلا شَيءَ لَهُ يَقْرِيهِ بِهِ »
Müslim'deki rivayet ise şöyledir:
"Bir kimsenin, kardeşinin yanında, onu günaha düşürecek kadar kalması helâl değildir." Oradakiler: “Onu günaha düşürmek nasıl olur?” diye sordular. Buyurdu ki: “Misafire ikram edecek bir şeyi olmadığı halde, onun yanında kalmasıdır.” [Müslim, Lukata 15, 16]
Davet edilen şahıs, ev sahibine hem teşekkür etmeli, hem de dua etmelidir.
Efendimiz(s.a.v),
أنَّ النَّبىَّ قال: مَنْ َيَشْكُرُ النَّاسَ َ يَشْكُرُ اللّهَ تَعَالى
"İnsanlara teşekkürde bulunmayan, Allah'a da hakiki olarak şükretmez." [Tirmizî, Birr 35, 1955); Ebu Dâvud, Edeb 12, (4811)] buyurmuştur.
Başka Bir hadis-i şerifte, misafirin duası, kabul edilme ihtimali yüksek olan dualar arasında zikredilmektedir. Bundan dolayı misafir, ev sahibini bu makbul duadan mahrum bırakmamalıdır.
Üsâme İbnu Zeyd(radıyalahu anhümâ) anlatıyor: Resülullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
مَنْ صُنِعَ إلَيْهِ مَعْرُوفٌ فقَالَ لِفَاعِلِهِ جَزَاكَ اللّهُ خَيْراً فَقَدْ أبْلَغَ في الثّنَاءِ
"Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana:
"Cezâkellâhu hayran kesira (Allah sana hayırlı bol mükâfaat versin!)" derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur." [Tirmizî, Birr 86 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/11.]
Hz.Câbir(radıyalahu anh) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm):
قال رسولُ اللّه (ص): مَنْ أُعْطِىَ عَطَاءً فَلْيَجْزِ بِهِ إنْ وَجَدَ، فَإنْ لَمْ يَجِدْ فَلْيُثْنِ بِهِ، فَإنَّ مَنْ أثْنى بِهِ فَقَدْ شَكَرَهُ، وَمَنْ كَتَمَهُ فَقَدْ كَفَرَهُ
"Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden(karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" [Ebu Dâvud, Edeb 12 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/11-12.] dedi.
Misafirlikte mahremiyet sınırı gereği,
Kadın ve erkek davetlilerin ayrı ayrı oturmaları ve zaruret olmadan birbirlerini görmemeleri en emin yoldur.
Ancak kötü duygulara kapılmaktan emin olunduğu zaman, kadının tesettüre riayet ettiği ve tahrik edici davranışların bulunmadığı zamanlarda ve fitneden emin olmak şartıyla bir kadın, kocasının misafirlerine hizmet edebileceğinin caiziyeti söz konusu olur.
Erkeğin yakın akrabalarının, kadınla bir işleri olduğunda veya kocası evde bulunmadığı zaman eve uğradıklarında, ihtiyaçlarını kapı dışından görmeleri gerekir.
Evde, hayra şerre aklı eren üçüncü bir kimse yoksa içeri girmelerine cevaz verilmez. Bu durumda dahi kadının tesettüre tam manâsıyla riayet etmesi gerekir.
Hz. Peygamber(s.a.v)
قال رَسولُ اللّهِ: أَ َ يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأةٍ إَّ مَعَ ذِي مَحْرَمٍ
"Sakın (yabancı) kadınların yanına girmeyin" buyurdular. Ensardan bir adam “Ya Resulullah! Kocanın akrabaları hakkında ne dersiniz?” diye sorunca Hz.Peygamber(s.a.v): "Kocanın akrabaları ölümdür(yani onlar daha da tehlikelidir)" [ Ahmed b. Hanbel, IV 149 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/225-227.] buyurdular.
Anne babanın evi, çocukları için misafirlikten sayılmaz.
Ancak çocukların, anne babalarının maddi ve manevi durumlarını dikkate alarak hareket etmeleri gerekir. Bu da bölgeye, mevsime ve örf-âdete göre değişir. Zira iktizayı hale mutabık hareket etmek gerekir.
[35] Ahmed b. Hanbel, IV 149 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/225-227. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun. METİN ALKAN
EĞİTİMCİ YAZAR