Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
İlk Surre Alayı Abbâsîler döneminde gönderilmiştir. Mahmili Şerif'de ilk defa Abbâsîler devrinde hazırlanmıştır. Bunu diğer Müslüman devletler olan Eyyûbîler ve Memlükler takip etmişlerdir.
Osmanlılarda ilk Surre Alayı, Yıldırım Bayezid zamanında gönderilmiştir. Bunu diğer padişahlar takip etmektedir. Osmanlı döneminde birçok surre vakfı kurularak kutsal topraklara yardım gönderilmiştir. Kırk altı yıl süreyle hükümdarlık yapan Kanunî Sultan Süleyman en çok surre alayı gönderen padişahtır.
Halifeliğin Osmanlılara geçişinden, yani Yavuz Sultan Selim’in Mısır Sefer-i Hümâyunu sonrasından itibaren, Osmanlı Devleti, her yıl, Haremeyn’e (Mekke ve Medine’deki mübarek mekânlara) armağan olarak para ve çeşitli armağanlar gönderirdi.
Gönderilen paralar başta Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vessellem) ve Ashab-ı Kiram’ın torunları olmak üzere, bütün Medineli fakirlere dağıtılırdı.
İstanbul her sene Peygamber diyarına hizmet edebilmenin hazzını yaşar, lezzetini duyardı.
İşte bu armağanları Hicaz’a “Sürre-i Hümayun” da denilen “Sürre Alayı”, Eskişehir, Seyitgazi, Bayat, Bolvadin, Akşehir, Konya güzergâhını takip ederek Suriye’ye yolundan Mekke’ye götürürdü.
Surre Alayı her yılın hac mevsiminde İstanbul’dan büyük merasimlerle uğurlanır, padişah İstanbul çıkışına kadar refakat eder, mübarek topraklara saygısından dolayı mutlaka yaya yürürdü.
Bu merasim İstanbul halkı için çok büyük bir olaydı. Mübarek beldelere milletin ortak yüreğini götüren Sürre Alayı’nı seyretmek için büyük kalabalıklar toplanırdı...
Merasimi seyredenler sevinçle ağlama arasında kalır, bazen kutsal mekânların hasretiyle gözyaşı dökerken, bazen de kutsal mekânlara armağan gönderen büyük bir millete mensup olmanın huzur ve neşesini yaşarlardı.
Surre Alayı’nın götürdüğü armağanların en önemlileri, hiç kuşkusuz, Kâbe örtüsüyle, üzerinde devrin padişahının adının yazılı olduğu “Kâbe Kuşağı”ydı.
Onların yanı sıra Medine’deki mübarek türbelere de (Ravza-i Mutahhara ve sahabe türbelerine) de yeni örtüler gönderilirdi.
Eski örtüler Mekke Emiri tarafından kara yoluyla İstanbul’a gönderilirdi.
Örtüler hacc-ı ekber (Hac zamanında Cuma hutbesiyle Arafat’ta okunan hutbenin aynı güne rastlaması) olduğu yıllarda bütün olarak saklanır, diğer zamanlarda kesilip parçalanarak hacılara dağıtılır, camilere, türbelere gönderilir, levha halinde asılır veya sandukalar üzerine örtülürdü.
Örtülerin İstanbul’a gönderilen kısmı önce Üsküdar’a, oradan da merasimle Eyüp Sultan’a nakledilir, bir süre Hazret-i Halid’in türbesine konurdu.
Daha sonra âlimlerden, şeyhlerden ve devlet büyüklerinden oluşan bir topluluk taraflarından tehlil ve tekbirlerle Hazret-i Halid türbesinden alınıp Edirnekapı yoluyla Topkapı Sarayı’na götürülürdü.
Saraya getirilen bu örtülerin bakımını Hazine Kethüdası denetiminde “avadancılar” yapardı (İyi sayılabilecek durumda günümüze kadar gelen bu örtüler, Topkapı Sarayı Müzesi Emanet Hazinesi’ne kaydedilmiş ve önceleri Hırka-i Saadet Dairesi’nin Silahdar Hazinesi’nde saklanmış, 1959-1960 yıllarında sarayın mutfaklar kısmındaki eski yağhane binası onarılıp kumaş deposu haline getirilince, örtüler de buraya nakledilmiştir).
Surre Alayı ile birlikte yola çıkan ustalar hac yollarını ve çeşmeleri onarırdı.
Surre Alayı ile Hicaz’a yıllar boyu gönderilen yardımı “Anadolu’nun mali kaynaklarını Arap çöllerine gömmek” olarak görüp eleştirenlere, şu kadarını söyleyeyim ki, Osmanlı Devleti’nin varlık sebebi “İ’lâ-yı Kelimetullah”dı (Allah adını yüceltme ve yayma). Varlık sebebi böyle özetlenebilen bir devletin, o inancın kalbine hizmet etme mükellefiyeti olur...
Bu inançla Yavuz Sultan Selim, Mısır fethi esnasında okunan bir cuma hutbesinde, kendisinden, “Hâkimul Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hâkimi) olarak bahsedilince, hemen itiraz etmiş, “hâkim” değil “hâdim” (hizmetkâr) olduğunu hatibe hatırlatmıştı.
Mekke ve Medine'nin Vehhâbîlerin yönetiminde kaldığı yıllar hariç 1915 yılına kadar kesintisiz sürdü. 1916 yılına ait surre, Şerîf Hüseyin'in isyanı sebebiyle Medine'de kaldı ve Mekke'ye ulaştırılamadı. 1917 ve 1918 yıllarına ait surre ise Dımaşk'a kadar gidebildi. Son Osmanlı padişahı VI. Mehmet, 1919'da Haremeyn bölgesindeki fakirlerin tek geçim kaynağı olan surre yollanması için hazırlıkların yapılmasını irade etti. 1919-1922 yılları arasında Haremeyn fukarâsına yine Sultan Vahîdüddin tarafından sadaka dağıtıldı. Bu şekilde Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar bu güzel gelenek sürdürüldü.
Mısır ve Şam’dan gelen surre ve mahmiller Medine ve Mekke’de törenlerle karşılanır ve Arafat’ta birleşirdi. İstanbul’dan 1918 sonrasında mahmil yollandığına dair bilgi bulunmamakla birlikte Mısır’dan 1926’ya kadar kesintisiz gönderildi. Suudi hükümetinin karşı çıkması üzerine 1936’ya kadar ara verildi ve ertesi yıla ait mahmil Cidde’ye kadar gidebildi. 1952’ye kadar hacıların gidiş ve dönüş merasimlerinde Kahire sokaklarında görülen mahmil Temmuz 1952 Hür Subaylar ihtilâliyle son buldu.Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.