Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Ahd-i Atik Sandukası, Yüce Rabbim’izin Kuran’da bildirdiği ve içinde Hz. Musa ve Hz. Harun’dan eşyalar barındıran değerli bir sandıktır. İslam alimlerine göre, sandukanın en önemli özelliği ise MÖ. 587 yılından beri nerede olduğunun bulunamaması ve ahir zamanda çıkacak bir şahıs olan Mehdi tarafından bulunacağının kabul edilmesidir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde ve çeşitli tarihi kaynaklarda dikkat çekilen bir konu olan Ahd-i Atik Sandukası, Yüce Rabbimiz’in gönderdiği Kuran’da bildirilmektedir. Ayrıca İlahi bir kitap olarak indirilen ancak sonradan tahrif edilmiş olan Tevrat’ta da bu sanduka hakkında bilgiler yer almaktadır. İslam alimleri tarafından, Kuran ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağı bir dönemin de habercisi olan sanduka hakkında Kuran’da şu şekilde bildirilmiştir:
“Peygamberleri, onlara dedi: “O-nun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesidir. Onda Rabbiniz’den ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.” (Bakara Suresi, 248)
Tarihi Kaynaklara Göre Sanduka
Ahd-i Atik Sandukası hakkında tarihi kaynaklar incelendiğinde birçok bilgi ile karşılaşılmaktadır. İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışlarından sonra Sina Dağı’nın eteklerinde imal edildiği düşünülen sandukada, Hz. Musa’dan kalan taş levhalar ve Hz. Harun’dan kalan eşyalar bulunmaktadır.
Tarihi kaynaklara göre; Ahd-i Atik Sandukası, Hz. Harun döneminden sonra Hz. Davud döneminde şehrin Birleşik Yahudi Krallığı’nın başkenti ilan edilmesiyle Kudüs’e taşındı. Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mabede konulan sanduka, MÖ. 587 yılına kadar Beytülmakdis’te kaldı. Aynı yıl içinde Babil İmparatoru Buhtunnesar -Babil’in Asma Bahçeleri’ni yaptıran kral- Kudüs’ü işgal etti ve o tarihten sonra yaklaşık 500 yıl ortadan kaybolan sandukanın, tahrip edilemediği ve onu koruyan Levililer tarafından mabedin altında hazırlanmış gizli bir bölmede saklandığı inancı yayıldı. M.S. 70 yılında ise Roma valisi Titus’un Beytülmakdis’i yıktırdıktan sonra bu yeraltı odasına da ulaştığı ve mabedin kutsal eşyalarıyla birlikte sandukayı da Roma’ya götürdüğü varsayılmaktadır.
Kayıp Sandukayı Bulma Arayışları
Ahd-i Atik Sandukası, M.Ö. 587 yılından bu yana bulunamamıştır. Bununla beraber, Yahudiler sandukanın ancak Mesih’in gelişinden sonra ortaya çıkacağına inandıklarından, tarih boyunca sandukayı arayanlar genellikle Yahudiler değil Hıristiyanlar olmuştur. Mabed Tepesi’nde yapılan ve kaydedilmiş ilk “sanduka kazıları“nı 19. yüzyılda Haçlılar döneminde Mabed Şövalyeleri yapmıştır.
O tarihte ve yakın tarihte yapılan araştırmalarda sandığın izine rastlanmamış ancak bu konu son dönemlerde tüm araştırmacıların ilgi odağı haline gelmiştir.
Tevrat’ta Sanduka
Yarattığı herşeyi sonsuz bir ilim ve hikmet üzerine yaratan Yüce Rabbimiz, sandukanın varlığını Kuran’ın yanı sıra Tevrat’ta da bildirmiştir. Taş tabletlerin birisinin Sina dağında Hz. Musa’ya verildiği ve bu taş tabletlerin Horeb dağında sandığa konmuş olduğu Tevrat pasajlarında şöyle bildirilmektedir: “Ve Sina dağında, Musa ile söyleşmeyi bitirince, şahadetin iki levhasını ona verdi.” (Kitabı Mukaddes. Çıkış. Bap. 31)
İsrailoğulları Mısır’dan çıktıkları zaman, RABBİN onlarla ahdettiği Horeb dağında, sandığın içine Musa’nın koymuş olduğu iki levhadan başka içinde bir şey yoktu.” (Kitabı Mukaddes /Tarihler II. Bap5)
Daha sonra bu sandığın Hz. Davud tarafından taşındığı ve Hz. Süleyman tarafından yerine konduğu ise yine Tevrat’ta şu şekilde haber verilmektedir:
“Ve Davud kalktı ve isimle, kerubiler üzerinde oturan ordular Rabbinin ismiyle çağrılan Allah’ın sandığını Baale-yahudadan çıkarmak için, yanındaki bütün kavimle oraya gitti. Ve Allah’ın sandığını yeni bir arabaya koydular ve onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Abinadabın oğulları Uzza ve Ahyo yeni arabayı sürüyorlardı. Ve Allah’ın sandığı ile beraber onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Ahyo sandığın önünde yürüyordu”. (Kitabı Mukaddes / Samuel II. Bap.6)
Hz. Musa’nın Sandığının Yeri ve Yolculuğu Hakkında Öne Çıkan Görüşler
Kudüs şehri, Hz. Süleyman’ın yaptırmış olduğu mabed ve “Ahit Sandığı” ile anılan bir tarihe sahiptir. M.S. 70 yılında Kudüs’teki tapınağın tahrip edilip yakıldığı ve kutsal eşyaların Roma’ya götürüldüğü, en yaygın olan görüştür. Ancak öne çıkan diğer bir görüş ise, M.Ö. 587 yılından itibaren kayıp olan sandığın Kudüs’te saklandığı ve Romalı veya başka kavimler tarafından tahrip edilmesin diye muhafaza edilmek üzere -Kudüs güvenli görülmeyip- daha kuzeye, yani Şam yakınlarındaki Taberiye’ye, Hatay’a, Mekke’ye götürüldüğüdür. (En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir.)
Hadislerde Tabut-u Sekine
Ahd-i Atik Sandukası, Kuran’da belirtildiği gibi, Allah’ın “inananlar için bir delili” (Bakara Suresi, 248) olmasından dolayı, uzun yıllardan beri tüm inananlar tarafından bulunmaya çalışılmaktadır. Bu kadar detaylı araştırmalar sonucunda hala bulunamamış olması ise ahir zamanın birçok alametinin gerçekleştiği dönemimizde bulunabilecek olmasının bir işareti olabilir. (En doğrusunu Yüce Allah bilir.)
Ahir zaman; kıyamete yakın bir vakitte Kuran ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağı ve insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemdir. Geçmiş dönemlerde yaşanan ahlaksızlıklar, baskılar, zulümler, adaletsizlikler ve dejenerasyon bu kutlu dönemde ortadan kalkacak, her türlü sıkıntının yerini bereket, bolluk, zenginlik, güzellik, barış ve huzur alacaktır. Teknolojide çok büyük gelişmeler yaşanacak ve bunlar tüm insanların hayrı ve rahatlığı için kullanılacaktır. Sandık da Allah’ın izniyle bu dönemin bir nişanesi olacak ve tüm insanlık için güzel günlerin müjdecisi olacaktır.
Peygamberimiz (sav) de birçok hadisinde sanduka ve onu bulacak olan şahs-ı manevi olan Mehdi hakkında bilgiler vermiş ve bu kutlu olayı Müslümanlara müjdelemiştir.
Peygamberimiz (sav) tarafından bildirilen hadislere göre sandık Taberiye gölü yakınlarındadır. Ahir zaman Mehdisi tarafından bulunup, -aynı Talut’un hükümranlığının belgesi gibi- O’nun hükümranlığının bir sembolü olacaktır. Bu konudaki bir hadis şöyledir: “Mehdi, Tabut-u Sekine’yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak.” (Ikdı’d Dürer, sf.51-a)
Ahir zamanla ilgili geçen başka hadislerde de sandığın yeri ile ilgili olarak başka yer isimleri verilir. Bu yer isimlerinin ayrı ayrı olmaları da kutsal emanetlerin yerinin net olarak bilinmediği ve belki de Hz. Mehdi için özel olarak korunduğu anlamında olabilir. (En doğrusunu Yüce Allah bilir.)
“Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.” (Suyuti, el- Havi li’l Feteva, II. 82)
“Ona Mehdi denilmesinin nedeni, Şam’da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan (gerçek) Tevrat kitaplarını çıkaracak, Yahudilere karşı delil getirecektir.” (Suyuti, el-Havi li’l Feteva, II. 81)
Bu hadislerle ilgili yorumlara göre, Mehdi zamanında Yahudilerden bir kısmının körüklediği Siyonizm ateşi sönecek ve İslam’ın hoşgörüsü ve Kuran ahlakı Yahudiler arasında da yaygınlaşacaktır.
Hadislerde geçen ve “Taberiye gölündedir” şeklinde belirtilen yer İslam alimlerince, bir benzetmeye işaret kabul edilmektedir. Taberiye, Şam’a yakın bir yerdedir ve Şam, ahir zaman hadislerindeki anlatımlarda uzak bir yer, Mekke ve Medine’ye uzak olan anlamını da taşır. Bu benzetme, Taberiye için de söz konusudur. Hatta buradan yola çıkan bazı yorumcu ve araştırmacılar sandığın, Kudüs’te, Mekke’de, Taberiye’de, Hatay’da olabileceğine dikkat çeker ve ek olarak İstanbul’a da işaret ederler.
TEVRAT’TAN 1500 YIL ÖNCESİNE AİT EBLA TABLETLERİNDE ADI GEÇEN PEYGAMBERLER
M.Ö. 2500’lü yıllardan kalma Ebla Tabletleri, dinler tarihi açısından çok önemli bilgileri günümüze kadar taşımaktadır. Arkeologlar tarafından bulundukları 1975 yılından itibaren birçok kez araştırma ve tartışma konusu olan Ebla Tabletlerinin en önemli özelliği ise, içinde İlahi kitaplarda bahsedilen üç peygamberin adının geçmesidir.
Önemli bilgiler içeren Ebla tabletlerinin, binlerce yıl sonra bulunması, Kuran’da bildirilen toplulukların durumunun coğrafi olarak da açıklanması bakımından oldukça önemlidir.
Ebla, M.Ö. 2500 yıllarında, bugünkü Suriye’nin başkenti olan Şam ile Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alan bir bölgeyi kapsayan bir krallıktı. Bu krallık, kültürel ve ekonomik olarak doruğa çıkmış ama bir dönem sonra -birçok medeniyette olduğu gibi- tarih sahnesinden silinmişti. Ebla Krallığının, döneminin önemli bir kültür ve ticaret merkezi olduğu, tuttukları kayıtlardan da anlaşılıyordu.
Eblalılar devlet arşivi oluşturan, kütüphane kuran ve ticari sözleşmeleri yazılı kayıt altına alan bir medeniyetin sahibiydiler. Hatta Eblaca (Eblait) denen kendi dillerini oluşturmuşlardı. (Ebla”, Funk & Wagnalls New Encyclopaedia, (c) 1995 Funk & Wagnalls Corporation, Infopedia 2.0, SoftKey Multimedia Inc.)
Yer Altında Saklı Kalan Dinler Tarihi
1975 yılında yapılan kazılarda ilk bulunduğunda, o zamana kadar klasik bir arkeoloji başarısı olarak değerlendirilen Ebla Krallığı, gerçek önemini çivi yazılı yaklaşık 20.000 tablet ve parçalarından meydana gelen arşivin bulunması ile kazanmıştır. Bu arşiv, aynı zamanda diğer arkeoloji uzmanlarının üç bin yıldan beri bildikleri bütün çivi yazılı metinlerin dört kat daha fazlasıydı.
Tabletlerdeki dil, Roma Üniversitesi’nde arkeolojik yazı uzmanı olan İtalyan Giovanni Pettitano tarafından çözüldüğünde, konunun ne denli önemli olduğu daha da iyi anlaşılmış oldu. Bu sayede Ebla Krallığının ve bu muazzam devlet arşivinin bulunmuş olması artık yalnızca arkeolojik değil, dini çevreleri de ilgilendiren bir konu haline gelmişti.
Çünkü tabletlerde Kuran-ı Kerim’de adı geçen melek Mikail (Mi-ka-il) yanı sıra (Doubleday, 1981, s. 271-321) üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin adı geçiyordu. Hz. İbrahim (Ab-ra-mu), ve Hz. İsmail (Iş-ma-il)’in isimleri… (Howard La Fay, “Ebla: Bilinmeyen Büyük Bir İmparatorluk”, National Geographic Magazine, Aralık 1978, s. 736)
Ebla Tabletlerindeki İsimlerin Önemi
Ebla Tabletlerinde saptanan peygamber isimlerinin çok büyük bir önemi bulunmaktadır. Çünkü bu isimlere ilk kez bu kadar eski bir tarihi belgede rastlanmaktaydı. Tevrat’tan 1500 yıl öncesine ait olan bu bilgiler oldukça dikkat çekiciydi. Hz. İbrahim’in isminin tabletlerde geçiyor olması, Hz. İbrahim ve onun getirmiş olduğu dinin Tevrat’tan önce var olduğunu teyit ediyordu.
Tarihçiler Ebla’da bulunan tabletleri bu açıdan değerlendirdiler ve Hz. İbrahim ve onun risaleti hakkındaki bu önemli keşif, dinler tarihi açısından önemli bir araştırma konusu haline geldi. Amerikalı arkeoloji uzmanı ve dinler tarihi araştırmacısı David Noel Freidmann da yaptığı incelemelere dayanarak tabletlerdeki İbrahim ve İsmail gibi isimlerin peygamber isimleri olduklarını bildiriyordu. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 118, Eylül 1977 ve sayı 131, Ekim 1978)
Tabletlerde Geçen Diğer İsimler
Yukarıda da belirttiğimiz gibi tabletlerde geçen isimler, üç İlahi kitapta bahsedilen peygamberlerin ismiydi ve tabletler Tevrat’tan çok daha eskiydiler. Ayrıca bu isimlerin yanı sıra tabletlerde başka konular ve yer isimleri de geçiyordu. Bu bilgilerden ve yer isimlerinden anlaşıldığına göre ise, Eblalılar ticarette başarılıydılar. Ayrıca yazılarda Ebla’ya uzak olmayan Sina, Gazze ve Kudüs isimleri de geçiyordu. Bu da Eblalıların bu yerlerle olan ticari ve kültürel ilişkilerini gösteriyordu.
Tabletlerde görülen önemli bir ayrıntı ise Lut kavminin yaşadığı yer olan Sodom ve Gomorra bölgelerinin isimleri idi. Bilindiği gibi Sodom ve Gomorra, Ölüdeniz kıyısında, Lut kavminin yaşadığı, Hz. Lut’un tebliğ yapıp insanları din ahlakına çağırdığı bölge idi. Bu iki yerin dışında ayrıca Kuran ayetlerinde geçen İrem şehri de Ebla Tabletlerinde geçen isimlerin arasında bulunmaktaydı.
Bu isimlerin en dikkat çekici yanı ise, peygamberlerin tebliğ ettiği kitaplar dışında şimdiye kadar bulunmuş başka hiçbir metinde geçmiyor olmalarıydı. Bu o dönemde hak dini tebliğ eden peygamberlerin haberlerinin bu bölgelere de ulaştığını gösteren önemli bir belge niteliğini taşımaktadır. Reader’s Digest dergisindeki bir makalede, Kral Ebrum’un iktidarı döneminde Eblalıların dinlerinde değişim olduğu, insanların Yüce Allah’ın adını yüceltmek için isimlerine ön ek kullandıkları kaydedilmiştir.
Yüce Allah’ın Vaadi Haktır…
Yaşadıkları dönemden yaklaşık 4500 yıl sonra ortaya çıkan Ebla tarihi ve Ebla Tabletleri gerçekte çok önemli bir gerçeğe de dikkat çekmektedir: Yüce Allah, Ebla’ya da her topluluğa olduğu gibi elçiler göndermiş ve onlar da kavimlerine gönderilen dini tebliğ etmişlerdi.
Kimi kavimler kendilerine ulaşan dini kabul edip hidayete ermiş kimileri ise peygamberlerin tebliğ ettiği dine karşı çıkıp sapkın bir hayatı tercih etmişlerdir. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah, bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“Andolsun, Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (Nahl Suresi, 36)
Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.