Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı'ndan önce fikir ayrılıkları ve ideolojik çatışmalar üzerine kurgulanan düşünce dünyamız, günümüzdeki değişimin etkisiyle farklı bir mecraya sürüklenmeye başladı. Bu süreçte sosyal yapımızda da büyük değişiklikler meydana geldi. Uzun zamandan beri toplumsal değerlerimizde erozyon ve düşünce dünyamızda da kavramsal itibarsızlaştırmalar ile karşılaşıyoruz. Dünün vazgeçilmezleri bugün hükümsüz ve kıymetsiz hale getirilince inanç, ideoloji, kutsiyet, ahlak ve toplumsal değerlere bağlılık hızla önemini yitirmeye başladı.
Bir asır önce imparatorlukları yıkıp ulus devletlerin kurulmasını dayatan güç, bugün ulus devletleri yıkmaya çalışıyor. Bireysel ve toplumsal çatışmaların içinde çeşitli problemlerle boğuşmak mecburiyetinde bırakılan günümüz insanına, bu büyük buhrandan çıkış yolu olarak çok uluslu şirketlerin hâkim olduğu ekonomik sömürü düzeni ve küreselleşme gösterilmektedir.
Günümüzde bu doğrultuda, 1929 dünya ekonomik krizine benzeyen birtakım krizler çıkarılarak farklı coğrafyalarda dinî, etnik, bölgesel savaşlara zemin hazırlanmaktadır. Böylece insanlık, küreselleşme ve tek dünya devletine doğru sürüklenmektedir. Kapitalizmin sistematik, büyük hegemonyasına savunmasız yakalanan insanlık; bireysel, ailevi, toplumsal, siyasal ve ekonomik çatışmalarla boğuşmakta ve farkına bile varamadığı o korkunç akibete doğru ilerlemektedir.
Kontrolsüz göçler de bu büyük projenin bir parçasıdır. Böylece hem ulus devletler hedef alınmakta hem de büyük kitleler modern kölelere dönüştürülmektedir. Bu bağlamda toplumun mülteci karşıtlığını sadece radikal sağ partilerin siyasal tepkilerine bağlamak doğru değildir. Yereldeki insanlar bilinçli veya bilinçsiz olarak kendi topraklarında, kendi varlıklarını koruyabilmenin telaşına düştüler. Çünkü bu topraklarda tarih boyunca, kontrolsüz göçlerin yıktığı çok sayıda medeniyet vardır.
Z kuşağının marjinal sağ gruplara sürüklenmesinin nedenini gelecek kaygısı, ekonomik sıkıntılar, ailevi bunalımlar, kimlik ve aidiyet duygusu, psikolojik problemler, göç hareketleri ve yabancı düşmanlığına bağlamanın yanı sıra, insanlığı kozmopolizme yönelten küresel büyük sermayenin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Eskişehirli genç Arda K'nın durumu bana Emile Durkheim'in anomi kuramını hatırlattı. Bildiğiniz gibi anominin kelime anlamı normsuzluktur. [Anomi], sosyal kontroller zayıfladığında, ahlâkî ve siyasal kısıtlamalar ortadan kalktığında kendini gösterir ve özellikle sanayileşme ve kentleşme gibi hızlı toplumsal değişme dönemlerinde, geleneksel normların işlemediği veya ortadan kalktığı durumlarda yaygınlaşır. (Martin Slattery, Sosyolojide Temel Fikirler, Çev. Özlem Balkız ve diğerleri, 4. Baskı, Sentez Yayıncılık, İstanbul 2011, s.33)
Bu konuda şunu da ilave edebiliriz. Durkheim üzerinde biyografi çalışması da bulunan Anthony Giddens'in öne sürdüğü gibi "anomi fikri sadece bir toplumsal düzensizlik analizi değil, aynı zamanda bireysel davranış açıklamasıdır. Durkheim'in 'anomik intihar analizi' [dediği bu durum], ekonomik alt üst oluşlar ve krizler gibi istikrarsızlık dönemlerinde ortaya çıkar" (age, s.418). Z kuşağının en zayıf yanı maalesef intihara meyilli oluşudur.
Dalga dalga gelen göç, Afrikalı, Afganistanlı ya da Suriyeli bir genç için belki yeni bir dünyaya çıkış kapısı olarak algılanmaktadır. Fakat kendi ülkesinde ekonomik krizlerle boğuşan ve yabancı uyruklu öğrenciler gibi 20 bin dolar veremediği için tıp fakültesine yerleşemeyen bir genç için ne anlama geldiğini tahayyül edebiliyor musunuz?
Radikal sağ partiler mülteci karşıtlığını körüklüyorlarmış!.. Doğrusu bu konuyla hiç ilgilenmem. Ben körüğün derdinde değilim, ateşin erittiği demirin derdindeyim vesselam.
Yaşar ÖZTÜRK