Çocukluğunuzdaki eski Ramazanları hatırlıyor musunuz? Sis perdeleri arasında kaybolup giden o güzellikleri yeniden yaşamak istemez misiniz?
İnsan bazen zamanı durdurmak, hayat denilen bu filmi geri sarmak ister. Bazen çocukluğunuzu, topacınızı, bez bebeğinizi, tel arabanızı, tahta atınızı özlersiniz. Eski albümlerde kalmış mahalle ve sınıf arkadaşlarınız "keşke"lerinizi depreştirir. Ansızın aranızdan ayrılıp giden ana-babanızı özler, onları bir daha öpüp koklamak istersiniz; keşke bunlar mümkün olsaydı diye hüzünlenirsiniz.
Geçmiş günlerin o büyülü dünyasını göz yaşlarıyla özleyenler, kim bilir bu fırtınalı geçişlerde ne derin sarsıntılar yaşamışlardır? Hüzün, bazen derin vadileri kuşatan yoğun sis bulutları gibi insanın içine gelip çöküverir. Her özleyiş; yitirilen bir güzelliğin, hafızalarda yer etmiş bir hayalin, silinip giden bir eski zaman fotoğrafının gönülllerde titreyen senfonisidir.
Sevgili dostlar,
Zaman, hayatımızdan bir çok şeyi alıp götürdü. Çocukluğumuzun o buhur kokulu, eski Ramazanları da kalmadı artık.
Üzerine tereyağı dökülmüş mis kokulu erişteler, ayva hoşafları, o güzelim sütlaçlar, karanfil ve tarçın kokulu Ramazan şerbetleri, odun ateşinde islenmiş tencereler, bin bir emekle hazırlanmış iftar yemekleri, huşu içinde çekilen tesbihat, gümüş tabaklara yerleştirilmiş iftarlıklar, çocukken tuttuğum "tekne oruçları", orucunu bozmasın diye anamın beni sırtında gezdirdiği ikindi vakitleri, köstekli saatini çıkarıp sık sık "daha vakit var" diyen dedemin iftar bekleyişleri, sigara tiryakisi hacı emmilerin bostonuyla çarşı meydanını boylu boyunca arşınlayıp günbatımına doğru oflayıp puflamaları, yanık sesli hafızların okuduğu hatimler, gönül huzuruyla şükreden mahalle sakinleri, her akşam başka bir komşuda kurulan iftar sofraları, minarelerde parıldayan mahyalar ve nihayet göğe yükselen ezan sesiyle "güm!.." diye patlayan Ramazan topları, Çarşı Camii'nin pervazlarından havalan, yüzlerce kanat şakırtısı ve o güzelim cami güvercinleri nereye ucup gittiler şimdi?
Hayata dair dünde ne yaşanmışsa hepsi bir peri masalı gibi sessiz sedasız hayatımızdan çekilip gitti. O efsunlu güzellikler, antikacı dükkânında sergilenen ipekli Acem halıları gibi bugünün soğuk, ruhsuz şark odalarına hapsedildiler. Şimdi, karpostal seyreder gibi dünün o güzelliklerini buğulu camekânlardan seyrediyoruz.
Benim çocukluğumda kimse Ramazanda açıktan oruç yemezdi. Açıktan yemek içmek ayıp ve günah telakki edilirdi. Lokantalar, Ramazan boyunca servis açmazlardı. Kimse elindeki sigarayı sokak ortasında tüttürmezdi. Ramazanda kahvehaneler bomboştu; henüz camları gazete kağıtlarıyla kapatılmamıştı.
Sadakalar gizlice verilir, fakir fukara, yetim guraba gözetilirdi. O yıllarda, yardımlaşma daha gösteriye dönüşmemişti.
Vakit namazlarında insanlar camilere koşardı. Teravih namazını her gün başka bir camide kılmak isteyen konu-komşu, hısım akraba mahalle mahalle dolaşırdı.
Sahur vaktinde davul sesiyle uyanırdık. Kapı kapı dolaşan davulcular, ev sahibinin ismiyle maniler söylerdi. Çocuklar heyecanla pencerelere koşuşur davulcuya bahşiş vermek için birbirleriyle yarışırlardı.
Çok küçüktük; evdekilerle beraber sahura kalkar, oruca niyetlenirdik. Kuşluk vakti acıkınca bir köşede gizlice yer içer, sonra çocuk masumiyetiyle "Oruca yeniden niyetlensem olur mu?" diye sorardık. İkindi vakti yine acıkır, iftara kadar da kıvranır dururduk. Bunlar, o küçücük çocuklara orucu sevdirmek için yapılan ne güzel, ne ulvi alıştırmalardı.
Bugün eski Ramazanlardan pek birşey kalmadı. Her şey sun'ileşti ve biz sanal ve plastik bir dünyada yaşamaya başladık.
Ey âlemlerin Rabbi, bizi içine düştüğümüz bu çıkmazlardan kurtar! Kibirden, gururdan, gösterişten, nefsimizin şerrinden ve zalimin zulmünden bizi koru! Geçmişi rahmet eyle. Ramazan-ı şerifi samimiyetle yaşayanlardan, sana şükredenlerden ve seni zikredenlerden eyle bizi! Hakkımızda hayırlı olanı ver! Aslımızı, neslimizi, gönlümüzü pâk eyle! Senin her şeye gücün yeter. Hayırlı Ramazanlar dilerim. Selam ve dua ile...
Öğr. Gör. Yaşar ÖZTÜRK