Sükuttayım, vakit dar, ha on kaldı iftara ha beş var. Dilim bazı şeyleri söylemek istese de gönlüm tasdik etmiyor çok şeyi bu sıralar...
Çarşı Camii'nin güvercinleri pervazlardan uçup gittiğinden beri, çocukluğumdaki eski ramazanların tadı tuzu kalmadı. Cızırtılı tereyağı kokan pilavların, hoşafların da tadı yok bu sıralar...
Beyaz tülbentli komşu kadınları, güneşin batışını seyreden eli tesbihli büyük anneler, halalar, teyzeler, anamın hiç bitmek bilmeyen iftar ve sahur hazırlıkları...
Ürkek gelinlik kızlar, pide almaya gönderilen yetme akıllı oğlan çocukları, örgülü saçlarıyla pencereden babasının yolunu gözleyen, kara gözlü, küçücük kızlar...
Yer sofralarında akşam ezanının okunmasını bekleyen aile efradı ve Ramazan topunun "gümmm!..." sesiyle açılan oruçların manevi hazzı çok gerilerde kaldı.
Ramazan ayında sofralarımızın manevi bir tadı, insanlarımızın birbirine saygı ve sevgisi vardı.
Teravih namazlarında camileri dolduran o nur yüzlü insanlar ne kadar huşu içindeydiler.
Nerede o eski ramazanlar ve o nur yüzlü insanlar nereye uçup gittiler şimdi?
Değer yargıları alt üst olmuş bir toplumda, her şeyin plastikleştiği, basit ve ucuza kaçtığı bu savruk zamanlarda, bereketi kaçmış bezirgân çarşılarından tellalların sesi duyuluyor. Bir eşek yükü oduna satılmamak için münzevi yalnızlığı daha çok seviyorum bu aralar...
Bir Kırşehir bozlağında Muharrem usta ne güzel söylüyor: "Giydirdim kuşattım verdim tellala / Satılmadı gene buldu dert beni..."
İftara beş kala hüzün ve sükut sarıp sarmalıyor beni... Siyah beyaz fotoğraf karelerine uçup giden çocukluğumun özlemiyle bakıyorum.
Biliyoruz ki geçip giden zaman geri gelmeyecek. Ne çocukluğumuz ne eski mahallemiz ne de eski ramazanlar bir daha yaşanmayacak. Geçmişe rahmet olsun.
Vakt-i şerifleriniz hayrolsun sevgili dostlar. Gönlünüz hoş, oruçlarınız kabul olsun. Arz-ı hürmet ederim.
Kalın sağlıcakla.
Öğr. Gör. Yaşar ÖZTÜRK