Bana soruyorlar:
- Hocam bunca olup bitenden sonra bir şey demeyecek misiniz?
Sevgili dostlar,
Hayatımda hiç fırıldak olmadım. Hep düz yaşamayı sevdim; Allah izin verirse geri kalan ömrümü de düz yaşamak istiyorum.
Yalan ve aldatma üzerine kurulmuş insan ilişkilerini hiç sevmedim. Yalan ve riyayı meziyet haline getiren, "zıpçıktı" adamlar hep midemi bulandırdı. Ama neylersiniz ki sevseniz de sevmeseniz de hayatınızı toplumsal gerçeklerin içinde sürdürmek zorundasınız.
Hz. Peygamber, "Bizi aldatan bizden değildir." diyor. Ticarette, siyasette, akademide, ailede ve hayatın her aşamasında yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenler, muhataplarını kandıranlar, masum ve temiz insanları aldatanlar, demini sürdükleri bu devr-i saltanatın hiç bitmeyeceğini mi zannediyorlar!?
Aldattığınız insanlarla helalleşmeden, kıldığınız namazların, tuttuğunuz oruçların, başınızı kaldırmadığınız secdelerin sizi kurtaracağını mı zannediyorsunuz? Beyt'ül mâle el sürenler, sabahtan akşama kadar zekat dağıtsanız ne olur! Bu hayır ve hasenatla kurtulmayı mı umuyorsunuz?
Ağaç gölgesinde dinlenen bir adam şöyle diyordu:
- Ağam, şehre büyük bir cami yaptırıyormuş. Keşke, önce benimle helalleşseydi!..
Kızını torpille işe aldıran kasaba siyasetçileri, delegeler, partizanlar, kürsülerde hamaset nutukları çeken hatipler; haktan, hukuktan, adaletten, dürüstlükten dem vurup duruyorsunuz; iyi de hakkını yediğiniz insanların hesabını kim verecek? Mahkeme-yi kübrada o hesabın sizden sorulmayacağını mı düşünüyorsunuz?
İşleri bozulan tüccarlar, ekonomik darboğaza giren esnaflar, "yarın seçilirse bize maddi katkısı olur" beklentisiyle açıktan desteklediğiniz siyasetçilerden günü geldiğinde menfaat devşirmeye yeltendiğinizde ya da milyon doları aşan vergi borcunuzu sildirmek için baskı grupları oluşturduğunuzda, sizin iyi niyetli ve namuslu bir işadamı olduğunuzu kim söyleyecek?!
Bu ülkede, memleket sevdasıyla realpolitik hiç uyuşmadı. Milliyetçi-muhafazakâr kesimler, romantizmle siyaset yapılamayacağını anladıkları gün, uğrunda ömürlerini tükettikleri değer yargılarını sorgulamaya başlayacaklar. Çünkü zenginlerin ve seçkinlerin çıkarları, milletin beklentilerini hep bastırdı bu toplumda... Siyaset, feodal dönem öncesinden beri ağalar ve marabalara endesklenmiş bir çark üzerinde dönüp duruyor. Kutsanmış siyaset sosuna batırılmış kamuflaja, bu ülkede "demokrasi" diyorlar.
Feodal dönemde ağalar ne derse o oluyordu; şimdi ise çağdaş kapitalist muktedirler ne derse o oluyor. Değişen birşey yok, devr-i saltanat sürüp gidiyor.
Varsın, sevmesin bizi dönme dolaplar, fırıldaklar, riyakârlar, Kabe'nin duvarlarını yedi askıyla süsleyen Cahiliye şairi İmr'ül Kayslar; özentili, kaypak ve cüce şairler; çölde kum, savruk gönüllerde umut pazarlayan siyasî bezirgânlar, mağduriyetini fırsata çeviren müflis tüccarlar ve kibir abidesine dönmüş, egosunu tavaf eden, cam kırığı, çağdaş Ebu Cehiller! Varsın bizi anlamasın, varsın bizi sevmesinler!
Yarabbi! İçimizdeki ve dışımızdakini bilen sensin. Karanlık gecede, kara mermerde, karınca yürüse gören ve işitensin.
Ey âlemlerin rabbi, sen hakikati biliyorsun ya, bu bize yeter!
Ya Cabbar! Ya müntekim! Sen mazlumun hakkını alan ve ahını yerde bırakmayansın!
Ya erhamerahimin! Senin her şeye gücün yeter!
Lâ galibe illallah!
Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah...
Öğr. Gör. Yaşar ÖZTÜRK