İnatçı ve şartlanmış kafalara yalın hakikatleri anlatamazsınız. İstediğiniz kadar belge, fotoğraf, video kaydı, gözlem ve şahitlik ortaya koyun, sonucu değiştiremezsiniz. Onlar ne inatlarından vazgeçerler ne şartlanmışlıklarından... Bu konuda kendinizi boşuna yorup enerjinizi tüketmeye değmez. Hiç şüpheniz olmasın, onlar etrafındaki şakşakçılarla yine bildiklerini okumaya devam edecekler.
"İstanbul Sokaklarında Mülteci Sorunu" başlıklı yazımı, hiç alakası olmamasına rağmen Ümit Özdağ'ın mültecilerle ilgili söylediği sözlerle eşleştirenler oldu. Sapla samanı karıştıran bu hastalıklı kafa, kelimenin tam anlamıyla bir şarlatan ve polemik fukarasıdır!
Açıkça ifade ediyorum, Ümit Özdağ'ın söyledikleri kendini bağlar. Bu bağlamda benim söylediklerim sadece gözleme dayalı tespitlerdir. Devlet ve milletin güvenliği için düzensiz göçün kontrol altına alınması başka şey, mülteci düşmanlığı ise bambaşka birşeydir.
Çeşitli sebeplerle ülkelerini terk etmek mecburiyetinde kalan hastalar, çoluk çocuk, kadınlar ve yaşlı erkeklerin ülkemizde sahiplenilmesi takdir-i şayan bir davranıştır. Fakat çakı gibi delikanlıların Esad'ı, Taliban'ı bahane edip elini kolunu sallayarak Afganistan üzerinden İran'a ve oradan da transit olarak ülkemize gelmesi, büyük sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Hatta bu mülteci gruplara İranlıları ve Afrikalıları da
dâhil ettiğinizde çok büyük bir göç dalgasının sınırlarımızı tehdit ettiğini söyleyebiliriz.
Mültecilerin kabulü konusunda dini ve etnik kimliklerinin sorgulanmasını doğru bulmam. Fakat her ülke sınır güvenliği açısından, gelen bu grupları ince eleyip sık dokumakta haklıdır.
Şimdi mülteciler meselesini bir kenara bırakalım, konuya farklı bir açıdan bakalım. Dünyanın dört bir tarafında yaşayan milyonlarca Müslüman hacca gitmek için yıllarca sıra bekliyor. Eğer hac kur'anız çıkarsa sizden pasaport isteniyor ve vize işlemleri için başvuruda bulunulması gerekiyor. Umreye veya hacca gittiğinizde Suudi Arabistan sizi Hicaz Bölgesinin dışına çıkartmıyor! Mescid-i Nebevi'de pasaport kontrolü yapan polis ve istihbarat elemenlarıyla karşılaştık. Suudi Arabistan yönetimi, Mekke ve Medine'ye temizlik işçisi olarak çalışmaya gelen Endonezyalı veya Arap asıllı Müslüman fakir işçilerden yıllık vergi alıyor. Kuralların dışına çıkanlara sert şekilde müdahale ediyor, kim olduğuna bakmaksızın hapse atıyor ya da sınır dışı ediyor.
Aynı şekilde iş, seyahat, ticaret, turizm, spor, eğitim ve kongre için yurt dışına çıkmak istediğinizde dünyanın birçok ülkesi Türk vatandaşlarına vize uyguluyor. Avusturya Innsbruch Üniversitesinde kuantum fiziği üzerine doktora çalışması yapan Yusuf Karlı, depremzede annesine vize alamadı. Depremde ailesini kaybeden Karlı'ya gerekçe olarak "Dul kalmışsın, evini kaybetmişsin, geri dönmeyebilirsin." denildi. Ne kadar acı değil mi?
Alman üniversitesine misafir öğretim üyesi olarak kabul edilen bir Türk profesöre Alman gümrük memurunun sorduğu sorular çok aşağılayıcıdır:
- Almanya'da nerede kalacaksınız? Kaç para maaş alacaksınız? Ülkenize ne zaman döneceksiniz?
Türk akademisyenlerin yabancı gümrük kapılarında aşağılanmasına ses çıkartmayanlar, her nedense sınırdan kaçak yollarla giren Suriyeli ve Afganlı gençleri bağrına basmak istiyorlar! Taşın geliş yönü ve hızını hesap edemeyenler, kafalarına taş isabet edince "nerede bu devlet, nerede bu millet?!.." diye bağırmaya başlayacaklar!
Mazlumun sahiplenilmesine bir itirazım yok; ama eşek sıpası gibi adamların vagonlara ve kamyonlara doldurulup Türkiye sınırına bırakılmasına sonuna kadar itirazım var! Devlet bu göçmenleri ülkemize kabul edecekse işçi pasaportu versin, kimin nerede çalıştığı belli olsun, kayıt altına alınsın.
Allah aşkına bu ülkenin sınırları dingonun ahırı mı ki isteyen istediği zaman girip çıkacak! Kontrol şart sevgili dostlar, kontrol şart!.. Mesele mülteci düşmanlığı ve ırkî değil devlet ve milletin güvenliğiyle alakalıdır.
Selam ve saygıyla.
Öğr. Gör. Yaşar ÖZTÜRK