Nalbantlık, atlı-göçebe Türk kültürünün önemli mesleklerindendir. Cengiz Han (Timuçin): “Sakın bir çiviyi küçümseme. Bir çivi bir nalı, nal bir atı, at bir komutanı, bir komutan orduyu, bir ordu koca bir ülkeyi kurtarır!” diyor. Nalbantlık, tarih boyunca köy ve kasabalarda demircilik mesleği ile birlikte gelişmiş önemli mesleklerdendir.
Özellikle Kurtuluş Savaşı’nda süvarilerin gerçekleştirdikleri baskın taarruzlar, Yunan ordusunun Batı Cephesinden temizlenmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Süvari birliklerinin 1960’lı yıllara kadar Türk ordusunun önemli taarruz gücünü oluşturduğu göz önünde bulundurulursa; nalbantlık mesleğinin hem askerî açıdan hem tarım ve hayvancılıkla geçinen bir toplumun ticarî hayatı açısından ne kadar önemli bir meslek olduğu ortaya çıkar.
Bu dönemde ticaret ve tarım sektöründe at, eşek, katır, manda ve öküzlerle yük taşımacılığı gerçekleştirilmektedir. Anadolu’da kamyon sayısı sınırlıdır ve demiryolu da memleketin her bölgesine ulaşamamaktadır. Bir bakıma 1930’lu yıllarda at ve öküz arabaları, bugünkü kamyonların yerini tutmaktadır.
Savaştan yeni çıkmış bir ülkede yoksulluğun had safhada olması yadırganacak bir durum değildir. Tarımda makineleşme gerçekleştirilemediği için bağ, bahçe ve tarla işlerinde kalabalık insan gücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında Cumhuriyet Türkiye’sinde nüfusun süratli şekilde artmasının temel nedenlerinden biri, bu insan gücüne duyulan ihtiyaçtır. Pamukta, ekinde, tütünde çalışacak çok sayıda amele (işçi) gereklidir. Bundan dolayı aileler, bu yıllardan itibaren on-on iki çocuk yapmaya başlamışlardır.
1920’li ve 1930’lu yılların Türkiye’si, babaları harpte kalmış çocukların yetimlik ve fakirliği iliklerine kadar yaşadığı bir dönemi yansıtır. Sadece onlar mı? Babaları hayatta olsa bile diğer çocukların durumu, harp yetimlerinden pek farklı değildir. Tozlu patika yollarda hâlâ “gıcırtılı kağnılar” kullanılmaktadır. Manda, öküz ve atların çektiği arabaların peşinde, genç yaşta dul kalmış kadınların ellerinden tuttuğu sıska boyunlu oğlan çocukları ve simsiyah gözleriyle ürkek ürkek bakan, yamalı entarili küçücük kızlar yürümektedir. Hayattan bezmiş analar, kendilerine emanet edilmiş torunlarına göz kulak olan yaşlı dedeler, “bu kışı da bir atlatsaydık.” diyen dert yükü nineler öksürük nöbetlerinden ve “ince hastalık”tan bîtap düşmüşlerdir.
Mustafa Beytemir, işte bu yoksulluk döneminde, 1926 yılında Kızılhisar’da dünyaya gelir. Babası Kebapçılardan Hasan Hüseyin, annesi Olukçular sülalesinden Gamer (Kamer)’dir.
Kızılhisar İlk Mektebinde okumuştur. Dr. Nuri Özdemir’in sınıf arkadaşı, Ayazlı Osman (Osman Er)’ın da asker arkadaşıdır. Kızılhisarlı Halil Kirazoğlu ve H. Hüseyin Dokuz samimi dostlarıdır.
Nalbantlık baba mesleğidir. Ailenin üç erkek çocuğu İlyas (1330 /M. 1914), Hasan (1921) ve Mustafa (1926), babalarından o yılların gözde mesleği nalbantlığı öğrenirler. Beytemir kardeşler uzun yıllar seyyar nalbantlık yaparlar. 1940’larda başladıkları mesleği Hasan Beytemir 1950’lilere, İlyas Beytemir 1980’lere ve Mustafa Beytemir de 1995’lere kadar sürdürür.
Özellikle İlyas Çavuş ve kardeşi Nalbant Mustafa; Söğüt, Çavdır, Anbarcık ve Teke Yöresinde çok tanınmış, takdir görmüş Kızılhisarlı nalbantlardır. Günlerden bir gün, İlyas Çavuş ile kardeşi Nalbant Mustafa’nın yolu Söğüt Yaylası’na düşer. Köylülerden biri nal çaktırmak için bir kısrak getirir. İlyas Çavuş nalı çakacak, Nalbant Mustafa da kısrağın ayağını tutacaktır. Kısrak çok huysuzdur, zapt etmesi zordur; hayvan debelendikçe Nalbant Mustafa direnir, itişme kakışma olur. Kısrak başını, Nalbant Mustafa’nın tuttuğu ayağına doğru uzatır, Nalbant Mustafa da kısrağı kulağından ısırır ve kısrağın kulağı koparır. Kısrağın sahibi:
--- Mustafa dayı, benim kısrak sayende kaybolmaz artık!.. diyerek espriyi patlatır.
Yıllar sonra 1975’te, Söğüt’te köylülerin İlyas Çavuş ve Nalbant Mustafa’ya gıyaben nasıl saygı duyduklarına şahit oldum. Arz-ı hürmet edip o büyük ustalara ne derin selamlar gönderdiklerini hatırlıyorum. Rahmetli babam da üzerine yüklenen bu selamı sahiplerine saygıyla ulaştırır, onlar da “ve aleyküm selam” deyip ne kadar sevinirlerdi.
Nalbant Mustafa, 1944’te Hacı Mahmutlar sülalesinden Huri Hanım ile evlenir. Hasan Hüseyin (1950), Kemal (1952), Ramazan (1960) Gülten (1961) ve Bayram (1970) adında beş çocuk babasıdır.
Nalbant Mustafa, ömrü boyunca hep nalbantlıkla uğraştı. Bir defaya mahsus olmak üzere 1956’da göver ticareti yapar. Kilosunu 250 kuruştan aldığı göveri Buldan Hanı’nda depolar; fakat göver satılmaz, bu ticaretten zarar eder. Ertesi sene göveri, kilosu 3 TL’den alıp satan tüccarlar iyi para kazanırlar; fakat Nalbant Mustafa’nın ticaretten nasibi yoktur.
O, otoriter ve sinirli bir adamdı. İşinde ciddi ve dürüsttü. Fakat muhabbet meclisinde şakacı, neşeli, geveze ve muzipti. Çok tutumluydu. İlkelerinden taviz vermeyen bir “46 Demokratı” idi. Menderes ve Adalet Partisi çizgisinden hiç ayrılmadı.
Bir gün arkadaşlarıyla kahvehanede sohbet ederlerken, dostu Hasan Hüseyin Dokuz, elindeki gazeteyi göstererek Nalbant Mustafa’ya şöyle der:
--- Ağam Mustafa, ben iki tane fakülte bitirdim. Ben bu işleri bilirim!
Nalbant Mustafa:
--- Ula iki tane bakırcayı ne zaman bitirdin? Maşallah!.. diyerek ince bir karşılık verir.
Nalbantlık, teknolojiye yenik düşen mesleklerdendir. Bugün ne nal kaldı ne nalbant… Kağnı tekerleri, at koşumları, öküz arabaları ve nalbant çekiçleri yol üstü lokantalarının vitrinlerini süsleyen “eski zaman aksesuarları” olarak zamanının derinliklerinden bugüne gülümsüyorlar. O devirler bir masal motifi gibi geldi geçti. Bu dünyadan bir nalbant, bir nal ustası, Kızılhisarlı Koca Mustafa geçti. Mustafa Beydemir 01 Nisan 2002 tarihinde, 76 yaşında vefat etti. Serinhisar (Eski) Asrî Mezarlığına defnedilmiştir.
____________________
BİLGİ ALINAN KAYNAK KİŞİLER:
· Kemal Beytemir, Mustafa oğlu, 1952 Kızılhisar doğumlu, emekli; 08 Temmuz 2017 tarihinde not olma usulüyle Serinhisar’da görüşüldü.
· Bayram Beytemir, Mustafa oğlu, Kızılhisar 1970 doğumlu, serbest ticaretle uğraşıyor; 30 Haziran 2017 tarihinde Serinhisar’da görüşüldü.
Başsağlığı: Bu yazıyı gazeteye gönderdiğim günlerde, rahmetli Nalbant Hasan Beydemir’in torunu, Halil oğlu Hasan Beydemir genç yaşta vefat etti. Hani Yunus’un dediği gibi “gök ekini biçmiş gibi…” Allah rahmet eylesin. Sabır ve başsağlığı dilerim