Türkiye’de birkaç nesil komünizm tehdidiyle terbiye edildi. “Aman dikkatli olun, her an Türkiye’de komünist bir devrim olabilir!” uyarısının altında, aslında Türkiye’yi kapitalist dünyanın kucağına itme girişimlerinin olduğunu Türk toplumu çok sonraları anladı. I. Dünya Savaşı sonrasında kuruluşunu güç şartlarda tamamlamış fakir bir devlet, Stalin’in Türkiye’den Kars-Ardahan’ı istemesi ve Boğazlarda üs kurma talebinde bulunması karşısında, 1952 yılında kendini NATO’nun askerî kanadında buluverdi.
Türkiye’nin NATO’ya dâhil olduğu ilk günlerden itibaren; “NATO, vahşi kapitalizmin silahlı gücüdür. Türkiye’nin NATO jandarmalığı yapması doğru değildir. Türkiye, NATO’dan derhal çıkmalıdır!” diye bağıran Türk aydınlarının komünistlikle suçlandığı ve siyaseten “aforoz” edildiği günler çok gerilerde kaldı.
Hatta yakın zamanda, 15 Temmuz askerî kalkışmasından birkaç yıl önce, “Türkiye AB İlişkileri Çerçevesinde Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı” konulu sunumu gerçekleştiren bayan akademisyene “Bu konvansiyonel silahlar kime karşı kullanılacak ve bu silahlı gücün kaptan köşkünde kim oturacak?” diye sorduğumda, neredeyse orada bulunanlar beni de aynı kefeye koyacaklardı!!!
Kapı kulluğundan gelen bizim gibi Doğu toplumlarında yeniye, ışıltıya, farklı düşünceye tahammül yoktur. Akademik dünyada da olsa, şartlanmışlık ve aforoz, Doğu’nun vazgeçemediği giyotinlerdendir.
Lafı kenarından-kıyısından alıp evire çevire sulandırmada ve hakikati ters yüz edip ortalığı bulandırmada, maşallah üstümüze yoktur! Aklımın erdiği günden beri, bu memlekette cehalet, sanki büyük bir marifetmiş gibi pazarlandı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden toplumun vazgeçemediği ilkeleri ve yerleşik bir düzeni vardı. Bu düzene her kim karşı çıkarsa “aforoz” ediliyor; dönemin ağaları, beyleri, paşaları tarafından azarlanıyor, dövülüyor, gerektiğinde sert bir şekilde bastırılıyordu! Rutubet kokulu bu eski sosyo-politik manzaralarda, vesveseyi şamataya çevirmeye alışmış cahil ve feodal bir toplumun sanat, düşünce ve bilimden uzak, despotizme yaslanmış geleneksel hayatı vardı.
Kore dağlarında tabakam kaldı.
Mahpus damlarında özgürlük
diyen şair Enver Gökçe’yi “komünistlikten” içeri attıkları yıllardı. Eziyetler, zulümler, mahpushane çileleri, idamlar, sürgünler, gözyaşları ve yaşanan burukluklar birbirini izledi. 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a, 27 Nisan elektronik bildirisinden 17-24 Aralık olaylarına ve nihayet 15 Temmuz askeri kalkışmasına kadar Türkiye’de yaşanan toplumsal ve siyasî olayların bıraktığı büyük acılar hâlâ unutulmadı.
1990’lı yıllara gelindiğinde iki kutuplu dünya siyaseti yıkıldı. Gorbaçov döneminde Sovyetlerin ekonomik ve siyasî yönden zayıflaması, kapitalist dünyanın “düşman” tanımlamasını değiştirdi. Artık, düşman komünistler değildi. Dolayısıyla Türkiye’nin NATO jandarmalığına da ihtiyaç kalmamıştı. Yeni düşman “İslâm coğrafyası”ndaydı.
Dünya, bugün ekonomik bir sıkışma içinde kıvranıyor. Yeryüzündeki bütün kaynakların ¾’ü Türkiye ile Çin arasındadır. Emperyalistler ekonomik olarak tıkandıkları anda, dünyanın kaynaklarını yeniden paylaşmak istiyorlar. Bugünkü paylaşımın merkez üssü Türkiye ve çevresidir. I. Dünya Savaşı’nda Arapları kullandılar. Şimdiki paylaşım savaşında ise Kürtleri kullanıyorlar. Kürtlerin üstünden bir harekâta geçtiler!
İşte o günden beri, Türk toplumu ile NATO arasında açıktan açığa bir meydan okuma başladı. NATO’nun konumunu yeni fark edenler, Amerikan karşıtı saflarda yer almaya başladılar. Türkiye, babamın askerlik yaptığı Menderes döneminin fakir ülkesi değil şimdi. Bugün kimseyi “Türkiye’de komünist bir devrim olabilir!” masalıyla da kandırmıyorlar artık.
Türk halkı, NATO’nun dost olmadığını 65 yıllık acı tecrübesiyle öğrendi. Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde “ne oluyor?” diye irkildi. Ergenekon, Balyoz davalarıyla NATO karşıtı subayların tutuklandıklarını gördü. Ardından Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un terör örgütü üyeliğinden hapse atılmasına şahitlik edince, ülkede bir şeylerin ters gitmeye başladığını anladı. Nihayet 15 Temmuz darbe girişimiyle yüzleşti ve FETÖ’nün bir taşeron olduğunu, arkasında NATO, CIA ve gladyonun bulunduğunu fark etti.
Son olaylar, küresel kapitalizmin Türkiye’yi ekonomik, siyasî ve askerî olarak kuşatmak istediğini gösteriyor. NATO’nun Norveç tatbikatında Atatürk ve Erdoğan’ın fotoğraflarını düşman ülke liderleri olarak göstermesi ya da Genelkurmay başkanı Hulusi Akar’ın katıldığı NATO toplantısında, 15 Temmuz’dan kalma “boynundaki izi” gösteren fotoğrafının kullanılması, sizce sıradan ve art niyetsiz hatalar mıdır? Hiç zannetmiyorum! Bunlar basit ve küçük hatalar değildir! Türkiye’ye açık bir mesaj veriyorlar: Çizgiden çıkma!
Özetleyerek bitirelim: NATO, Türkiye için bir hayal kırıklığıdır. Tartışılmalı ve gereği yapılmalıdır.