İslam Dini, Türklerin yaşadığı Orta Asya’ya ulaşıncaya kadar çeşitli dinsel ve kültürel etkilere maruz kalmış ve dolayısıyla doğduğu coğrafyadan uzaklaştıkça, karşılaştığı değişik kültürel ve dinsel unsurları bünyesine almak zorunda kalmıştır. Türklerin yaşadığı bölgelere ulaştığındaki bu esnek niteliği, Türklerin İslam’a girmesinde oldukça etkili olmuştur. Türkler tarih boyunca genellikle Çinliler ve Farslar yani İranlılarla komşu yaşamışlardır. Bu sebeple Türkler İslam’ı doğrudan Araplardan değil, İranlılardan almışlardır.

Hazreti Peygamberin vefatından sonra, halifelik makamının bir saltanata (hanedanlığa) dönüşmesi, Arap milliyetçiliğinin baskın bir unsur olarak giderek kendini hissettirmesi; ümmet içerisinde farklı siyasî ve tasavvufî mezhep ve mekteplerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Emevî ve Abbasî yönetimlerinin zulmünden kaçan veya uzak kalmaya çalışan halk kitleleri, aynı zulme uğrayan Evlad-ı Resul’ün etrafında toplanmaya başlamıştır. Horasan Bölgesi’ne kadar hicret eden peygamber torunları ve özellikle 8. İmam Rıza’nın, bu bölgede İslâm’ı ve Hazreti Peygamber’in vaaz etmiş olduğu Kur’an ahlâkını yaymaya başladıkları bilinmektedir. İşte bu sebepledir ki, Türklerin yaşadığı yerlerden olan Horasan Bölgesi’nde “Horasan Ekolü” veya “Horasan Mektebi” olarak adlandırılan tecdid ve ihya hareketi, gerek İslâm’ın yeniden aydınlanmasında, gerekse tasavvuf tarihinde ve Türklerin İslâmlaşmasında son derece müstesna bir yere sahiptir.
Horasan Okulu’nun en önemli membalarından birisi de Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’dir (Miladî 1093-1166). Hoca Ahmed Yesevî, Türk tasavvuf geleneğinin ve Türk Müslümanlığının kurucusu olarak kabul edilmektedir. Türklerin manevî hayatı üzerinde derin tesirler bırakmış olan doksan dokuz bin ulunun pîri olan Ahmed Yesevî; Yesevîye’nin kurucusu “Türkistan Erenleri”,” Horasan Erenleri” ve “Rum (Anadolu) Erenleri” olarak formüle edilen tarikat piramidinin dip pîri olarak kabul edilmektedir. Hoca Ahmed Yesevî, Türk Müslümanlığının önderi ve örgütleyicisi olarak bilinmesindeki temel sebep, Horasan Melametiliğini organize hale getirmiş olmasıdır. İlahi aşk, kâmil insan ve insan sevgisi gibi konular üzerine hikmetli sözleri, şiirleri ve menkıbeleri ile Türk insanına heyecan ve hareket kazandırmıştır. Ahmed Yesevî okulu, ekolu veya öğretisi daha çok konar-göçer Türk ve Türkmen topluluklarda yankı bulmuştur.
Selçuklu Devletini konar-göçer Türkmen toplulukları kurmuştur, devlet büyümeye başlayınca Türkmen toplulukları yönetimden uzaklaştırılmış, devleti İranlılar yönetmeye başlamıştır. Yine Osmanlı Beyliği’ni konar-göçer Türkmen toplulukları kurmuştur. İmparatorluk yoluna giren Osmanlı Devleti, Selçuklu gibi Türkmenleri yönetiminden uzaklaşırmış, devleti devşirmelerle yönetmeye başlamıştır. Üstelik devletin kurucu unsurları olan Türkmenleri “Etrâk-ı bî-idrak” (akılsız Türkler), “Etrâk-ı mütegallibe” (zorba Türkler), “Etrâk-ı nâ pâk” (pis Türkler), “Etrâk-ı hârici” (dinsiz Türkler) ve “Etrâk-ı havâric” (isyancı Türkler) sıfatları ile aşağılanmışlardır. Halifelik sevdasına düştükten sonra da Emevî İslamı’nı devletin resmi ideolejisi haline getirmişler, devletin kurucu unsurları olan Türkmenleri negatif anlamlar yükleyerek Kızılbaş, Rafızî, Alevî, zındık, Mülhid, Torlak, Işık gibi aşağılayıcı isimlerle tahkir etmişlerdir.
Osmanlının yok saydığı Anadolu’daki bazı Türkmen Boyları 1501 yılında, Şah İsmail başkanlığında kurulan Safevî Türk Devleti’nin kuruluşunda yer alınca Türkmenleri düşman bellemiş, küçük düşürücü anlam yükleyerek onları “Kızılbaş” denmeye başlamıştır. Özellikle bu tarihten sonra Anadolu’da meydana gelen isyanlarda ilk cezalandırılan Türkmenler olmuştur. Sürecin sonunda 1826 yılında Bektâşî Tekkelerinin kapatılması ve Alevîlik ve Bektâşîliğin yasaklanması ile Türkmen toplulukları yeni bir sarsıntı yaşamıştır. Bu tarihten sonra eski gücünü toplayamayan Alevî-Bektâşî toplulukları , Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması ile birlikte güç kaybetmişler, büyük çoğunluğun içerisinde azınlığa düşmüşler ve erimeye başlamışlardır.
Türklerin Anadolu’ya geldiklerinden itibaren yoğun bir Türkmen yerleşimine sahne olan Denizli bölgesinin içinde kalan Batı Toros Dağları, mahalli adıyla Türkmen Dağları yoğun bir Alev-Bektâşî birikim bölgesi olmuştur. Anadolu’nun toplam nüfusunun 5 milyon olduğu bilinen 1270-1330 yılları bazı Arap gezginler, Denizli Bölgesi’ndeki Türkmen Dağlarında 1 milyon Yörük-Türkmen- Alevî yaşadığını yazmaktadır. Bu bakımdan Denizli, kadim bir Türkmen-Alevî-Bektâşi yerleşim bölgesidir. Bu anlamda 2 Kasım 2025 Pazar Günü, Sarı İsmail Sultan Bektaşi Eğitim ve Kültür Derneği tarafından Hacı Bektaş-ı Velî Dervişi Teslim Abdal’ı anma etkinliği düzenlenmiş, bizde Denizli Alevi Bektâşî Tarihi, konusunda bir sunumda bulunduk. Saygılarımızla…
Yorumlar
Kalan Karakter: