“Yılanla Tilki ortasından ırmak akan bir sahrada yaşıyormuş. Yaşadıkları tarafta dost olmuşlar. Zaman ilerledikçe bulundukları yerde yiyecek tükenmiş. Nehrin öte yakasına geçmek istemişler. Tilki yüzerek geçecekmiş. Yılan yüzme bilmiyormuş...
Tilkiye bir teklifte bulunmuş:
- Tilki kardeş, beni burada bırakmazsın değil mi? Ben yüzme bilmiyorum. Senin beline sarılıp başımı yukarı kaldırarak sudan geçeyim, olmaz mı?..
- Olur!.. demiş, Tilki.
Kararlaştırdıkları gibi nehre girmişler. Tilki yüzerken yılan da Tilkinin beline sarılı vaziyette, başı suyun dışında karşıya doğru ilerlemişler. Derken Tilki karşı kıyıya çıkmış. Yılana seslenmiş:
- Haydi in bakalım sırtımdan!..
Yılan bir türlü inmiyormuş. Tilkinin bütün ısrarlarına rağmen inmemiş. Demiş ki Yılan, Tilkiye:
- Seni ısırıp zehirleyeceğim!..
Tilki bir anda korkmuş. Soğuk soğuk terlemeye başlamış. Ani bir kararla kafasında bir plan kurmuş ve uygulamaya başlamış. Yılana yalvaran bir sesle konuşmuş:
- Yılan kardeş, yıllardır birbirimize hakkımız geçti. Tamam öldürmene bir şey demiyorum ama hesap günü seni bana, beni sana soracaklar. Ben şimdi korkudan senin yüzünü bile unuttum. Hatırlamam için son bir defa o güzel yüzünü göreyim. Kafanı şöyle bir kere gözümün önüne uzatıver. Ondan sonra ne yaparsan yap!..
Yılan, başını tilkinin görmesi için gözünün önüne uzatmış. Tilki bir hamlede yılanın boynunu ağzına alıvermiş. Sıkmış, sıkmış, sıkmış!...
Yılan nefessiz kalınca Tilkinin belini sıkamamış. Az sonra yere düşmüş. Ne var ki hâlâ kuyruk kısmı kıvrıla kıvrıla hareket ediyormuş. Tilki yılanı oklava gibi uzatmış. Kuyruk kısmı bir türlü düzelmiyormuş. Israrla düzelterek ok gibi uzatmış. Karşısına geçip söylenmiş:
- Ben senin gibi eğri büğrü arkadaş istemem! Olacaksan böyle dosdoğru ol!..”
Yılanın eğriliği tabiatından!...
Ya insanların eğriliği?..
O da sanırım yöneticilerin uyguladığı sistemden!..
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!