Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Kâinattaki varlıkların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler (13/Ra’d, 15; 16/Nahl, 49). Evren, tüm varlıklar için bir mesciddir. İnsanlardan bazıları da inanarak ve isteyerek secde ederler. Kendi tercihiyle secde eden insana Allah (c.c.), Sünnetullah’a uymak zorunda olup secde eden kâinatı, tüm yeryüzünü mescid yapmıştır.
Mekke’de ilk müslüman cemaatin, bir mescidleri, ibâdet yerleri yoktu. Hz. Peygamber, ilk müslümanlardan Hz. Ali (r.a.) ve diğer arkadaşlarıyla Mekke’nin dar sokaklarında, bazı evlerde gizlice namaz kılıyordu. Hz. Peygamber genellikle namazlarını Kâbe civarında veya kendi evinde tek başına kılardı. Bununla birlikte müslümanların, cemaat halinde namaz kılabilmek için bir evde toplandıkları da olurdu. Bu ev, çoğu zaman ashâbdan Erkam (r.a.)’ın evi idi. Hz. Ömer (r.a.), İslâmiyet’i kabul ettikten sonra, mü’minlerin sayısı artıp belirli bir güce ulaşmasıyla, rahatsız edilmeden Kâbe’nin yanında namaz kılmaları gerçekleşmişti.
Yeryüzünde ilk inşâ edilen mescid, Mescid-i Haram’dır (3/Âl-i İmrân, 69). Peygamberimiz, daha Medine’ye gelmeden Kubâ Mescidini, Medine’ye gelince de ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’yi yaptırdı. Bilindiği gibi, Hz. Ebû Bekir’le Medine’ye giren Rasûlullah (s.a.s.), devesini salıverir. Devesi, nerede durursa orada misâfir olacağını belirtir. Deve, bugün Mescid-i Nebevî’nin olduğu yerde durur. Boş bir arazi olan bu yeri, Peygamberimiz, mescid ve kendi ev halkı için oturacak yer yaptırmak üzere satın alır. İnşaatında bizzat kendisi de çalışarak ilk faâliyet olarak bu mescidi meydana getirdi. Böylece müslüman bir toplumun hayatının ortasında mescidlerin olması gerektiğini gösterdi.
Mescid, mü’minlerin secde ve ibâdet yeri olduğu gibi, onların buluşma yerleri, eğitim ve öğretim, toplumsal sorunlarının görüşüldüğü yerlerdir. Bu anlamda mescid müslüman toplum hayatının ortasında yer alır. Medine mescidinden sonra Peygamberden örnek alan müslümanlar gittikleri her yere mescidler, câmiiler yapmışlardır. Onları din hayatının vazgeçilmez temeli olarak kabul etmişlerdir. Çünkü müslümanları eğiten mescidler olduğu gibi, dinlerini sağlıklı bir şekilde yaşamalarına yadımcı olan da oralardır.
Mescidlerin süslenmesi, gösterişli olması önemli olmadığı gibi, doğru da değildir. Önemli olan, oralara temiz giyimli, takvâ ahlâkı üzere ve cemaat şuuruyla gidebilmek, mescidlerde dirilebilmektir. Günümüzde mescitlerin aşırı süslenmesi, buna rağmen cemaatin yeterli İslâmî şuura sahip olmaması gerçekten acıdır. Peygamberimiz (s.a.s.) mescidlerin süslenmesini hoş karşılamamaktadır. (İbn Mâce, Mesâcid 2, hadis no: 739-741, 1/244).
Mescidler, takvâ üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar. Gösteriş ve övünme için ve Allah’ın rızâsı dışında başka bir gâye için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Hele hele müslümanların arasını açmak için (nifak için) yapılan mescidler ‘dırar’ (zararlı) mescididir (9/Tevbe, 107-108).
Mescidler müslümanlar için birer merkez durumundadırlar. Hem ibâdet yerleri, hem toplanma, hem de eğitim yerleridir. Mescidler günün her saatinde bu işlevlerini yapmalıdır. Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatle namaz teşvik edilmiş, cemaatle kılınan namaz yirmi yedi derece üstün tutulmuştur.
Orada yüksek sesle konuşmak, alışveriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanların dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanların bir araya gelme yeri olan mescidlerde müslümanların sorunlarından konuşulmaksızın söz açmak mümkün değildir. Dünya kelâmı konuşmadan, ibâdet de eksik olacaktır; âhirete ancak dünya kapısından geçilebiceği için, dünya kelâmının hayırlıları, hayırlı yerlerde daha çok konuşulacaktır.
Halkı müslüman olan bazı laik ülkelerde, gayrı İslâmî yönetimlerin uygulamaları sebebiyle, mescidler yalnızca namaz kılma mekânları haline geldi. Özellikle küçük camiiler sadece namaz vaktinden namaz vaktine açılır oldu. Böyle bir uygulama o yerleri gerçek mescid olmaktan çıkarır, resmî mâbet yapar ve onu kuru yapı haline getirir. Müslüman toplumda icrâ etmesi gereken fonksiyona engel olur.
Müslüman toplumu ve onlardaki İslâmî hayatı ve şuuru mescidler ayakta tutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler. Bugün özellikle Avrupa ülkelerindeki Türklerin açtığı mescidler ya belli bir hizbin (grubun), yahut bir siyasî rejimin elindedir. Herkes elinde tuttuğu mescidi kendi anlayışının, kendi ideolojisinin propaganda yeri olarak kullanabilyor. “Falancıların mescidi, filancıların mescidi” deniyor. Halbuki Kur’an'a göre, mescidler sadece Allah'ındır, Allah içindir; orada sadece O'na çağrı yapılır:
“Mescidler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (72/Cinn, 18)
Gayrı müslimlerin eline geçen İslâm topraklarındaki mescidlerin pek çoğu yakılıp yıkıldı veya amaçları dışında kullanılır oldu. Onlardan geriye ya birer enkaz, ya da hazin hâtıralar kaldı. Bize düşen görev camiileri, mescidleri amacına uygun kullanmak, görünür veya görünmez işgalle, amacından saptırılan mescidleri kurtarmak ve mescidleri hayatımızın merkezine yerleştirip kurtulmaktır. Dua edelim ki mescidler hayatımızın merkezi olsun. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.