Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Nübüvvetinden önceki hayatında Hz. Muhammed (sav) tüm Mekkelilerce “Emin” ismiyle anılmış; iffeti, mertliği, merhameti ve dürüstlüğüyle herkesçe sevilmişti. Ancak Kureyşliler çok güvendikleri bu insana, peygamberliğini ilan etmesiyle birlikte apaçık bir düşmanlık ve hıyanet içine gireceklerdi. Öyle ki, bilhassa puta tapmayı eleştiren ayetler nazil olmaya, kendi dinleri ayıplanmaya ve ataları akılsızlıkla suçlanmaya başlanınca Hz. Muhammed’e karşı tepkilerini açıkça göstermekte hiç tereddüt etmediler.
Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’in tebliğini engellemek için neler denemediler ki! Onu yalanlayıp şairlik, sihirbazlık, kâhinlik ve mecnunluk iftirası attılar. Bunlardan bir sonuç alamayınca da faaliyetlerini şiddetlendirerek suikast planlayacak noktaya geldiler.
Hadis kaynaklarına göre bazı müşrik ileri gelenleri, Hz. Muhammed’in Kabe’yi tavafı sırasında üzerine saldırdılar. Olaya şahit olan Hz. Ebubekir derhal müdahale ederek “Rabbim Allah diyen bir kişiyi öldürecek misiniz?” sözleriyle onları Hz. Peygamber’den uzaklaştırmaya çalışmış, bu arbede sırasında kendisi de yaralanmıştır. (Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe 5).
Başka bir gün ise Ebû Cehîl, büyük bir taşı Kabe’de namaz kılmakta olan Hz. Peygamber’in üzerine atarak onu öldürmeye çalışmış, ancak amacını gerçekleştiremeden korkudan rengi atmış bir halde geri dönmüştür. Kendisine ne olduğu sorulduğunda ise tam kayayı atmak üzereyken vahşi bir deve ile yüz yüze geldiğini ifade etmesi İslam düşmanlarına ilahî bir ikaz değil de nedir?
Kureyş’in Ümeyye oğulları koluna mensup Ukbe b. Ebû Muayt, Hz. Peygamber’i bir suikastla öldüreceklerini açıkça ilân etmişti. Haber, Mekke sokaklarında yayılınca Ebû Tâlib, Benî Hâşim gençlerini toplayarak böyle bir harekete girişmeleri halinde sonuna kadar bu işe teşebbüs edenlerle savaşacaklarını bildirince Allah Resûlü’ne karşı muhtemel bir suikast girişimini engellenmiş oldu.
Müslümanların gruplar halinde Yesrib’e göç ettiklerine şahit olan Mekke müşrikleri, Hz. Muhammed’in de yakında buraya giderek kendilerine karşı güç oluşturacağından endişe duymaya başladılar. Bu meselenin hal çaresini bulmak için toplandıkları Dârünnedve’de yaptıkları görüşmeler sonucunda, Resûlüllah’ı ortadan kaldırmaya karar verdiler.
Plana göre Kureyş’in her kabilesinden bir kişinin katılacağı bir suikast ekibi oluşturulacak, bunlar hep birlikte Hz. Muhammed’e saldırarak canını alacaklardı. Planları gerçekleşirse Haşimoğulları bütün kabilelere karşı kan davası güdemeyeceği için diyete razı olmaktan başka bir çare bulamayacak, böylece Kureyş’in önemli bir iç meselesi çözülmüş olacaktı.
Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin bu niyetleri şöyle dile getirilir:
“Bir zaman o kâfirler seni ya bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri, ya da Mekke’den çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, Allah da onlara karşılık veriyordu. Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır” (Enfâl, 8/30).
Kureyşlilerin kendisini öldürme niyetlerinden vahiy yoluyla haberdar edilen Hz. Peygamber, o gece evini terk ederek müşriklerin bu son teşebbüsü de boşa çıkmıştır.
İslam peygamberi Mekke’den Medine’ye hicretten sonra da farklı kişi ve gruplar tarafından suikast girişimlerine maruz kaldı. Hayatına kast edenlerin başında, Mekke döneminde kendisiyle en çok mücadele eden Mekke müşrikleri geliyordu. Özellikle Bedir’deki mağlubiyeti onlara çok ağır gelmişti. Savaşın hemen ardından Kureyş’in Cumah oğullarından Umeyr b. Vehb, diğer müşrik arkadaşı Safvân b. Ümeyye’nin de kışkırtmasıyla hem kabilesinden Müslümanlar tarafından öldürülmüş olanların, hem de esirler arasında yer alan oğlu Vehb b. Umeyr’in intikamını almak için Medine’ye giderek Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdi. Bu amaçla özel olarak hazırladığı zehirli kılıcını kuşanarak süratle Medine’ye ulaştı.
Onun şehre geldiğini gören Hz. Ömer, durumu derhal Hz. Peygamber’e bildirdi. O da sahabeden, bu kişinin yanına gelmesine engel olunmamasını istedi. Karşılaştıklarında geliş amacını sorduğu Umeyr, esir olan oğlunun fidyesini ödeyip onu kurtarmak niyetiyle geldiğini söylüyordu. Ancak Allah Resûlü hakikatin böyle olmadığını, kendisini öldürmek üzere geldiğini ifade edip Mekke’de müşrik arkadaşı Safvân b. Ümeyye ile aralarında geçen konuşmaları hatırlattı. Bu konuşmayı yaparken yanlarında başka hiç kimsenin bulunmadığını söyleyen Ümeyr, Hz. Peygamber’in huzurunda Müslüman oldu. Allah Resûlü de onun oğlunu kendisine bağışladı. Suikast niyetiyle geldiği Medine’den Müslüman olarak ayrılan Umeyr, Mekke’ye döndükten sonra halkı İslam’a davet etmeye başladı.
Bedir Savaşı’nın ardından Uhud Savaşı’nda da Müslümanları tamamen yok edememiş olmaları müşriklerin Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı intikam hissini körükleyecekti. Onlara göre Uhud’da Bedir’in intikamı alınmıştı; ancak Medine’de bulunan Müslümanlar Mekke’yi tehdit etmeye devam ediyorlardı. Her iki savaşta da Müslümanları yok edemeyen Mekke müşrikleri bu kez savaş değil, farklı bir yol deneyeceklerdi: Suikast.
Kureyş lideri Ebû Süfyan, Hz. Muhammed’i öldürecek birini aradığını söyleyerek suikatçıya her türlü yardımı yapacağını vadetti. Bir bedevi bu göreve talip oldu. Bedevi Medine’ye geldiğinde ashabıyla sohbet etmekte olan Peygamber onun suikast niyetinde olduğunu biliyordu. Durumu yanındakilere bildirince ashaptan Üseyd b. Hudayr suikastçıyı yakalayıp eteğinin altına gizlediği hançeri buldu. Bedeviye eman verilerek olanları anlatması istendiğindeyse gerçeği itiraf etti.
Ertesi gün bu kişi Hz. Peygamber’in huzurunda Müslümanlığını ilan ederek Medine’den ayrılacaktı. Böylece Umeyr b. Vehb hadisesinde olduğu gibi Müslümanların lideri öldürülememekle birlikte onun safına yeni bir Müslüman daha katılmış oluyordu.
Kızarmış koyun içinde zehir
Medine döneminde müşriklerden başka Yahudiler de Hz. Peygamber’i öldürmeye teşebbüs etmişlerdi. Bu husustaki ilk girişimleri Uhud Savaşı’ndan sonra meydana geldi. Bu hadisenin, Müslüman muallimlerin öldürülmesiyle neticelenen Bi’ri Maûne olayıyla dolaylı bir ilişkisi vardır:
Nadîr Yahudileri, Bi’ri Maûne katliamından kurtulan Amr b. Ümeyye ed-Damrî’nin dönüş yolunda Hz. Peygamber’le anlaşması bulunan Benî Âmir’den iki kişiyi öldürmesi sebebiyle onların yakınlarına ödenmesi gereken diyetten kendi paylarına düşeni ödemediler. Allah Resûlü’nün bu hususta gönderdiği elçileri kabul eden Yahudiler, diyet ödemeye razı olduklarını bildirerek bedeli kendisine takdim etmek için Resûlüllah’ı yurtlarına davet ettiler.
Hz. Peygamber ashabıyla birlikte onların mahallinde bir evin duvarının kenarında dinlendiği sırada bir suikast planı yaptılar. Vahiy yoluyla bu girişimden haberdar olan Allah Resûlü derhal bulunduğu yeri terk etti.
Sonra ashabdan Muhammed b. Mesleme’yi Nadîrlilere göndererek onlara 10 gün içinde şehirden ayrılmalarını, aksi takdirde üzerlerine yürüyeceklerini bildirdi. Müslümanlara mukavemet gösteremeyeceklerini anlayan Yahudiler Medine’den ayrılmaya karar verdiler.
Hz. Peygamber’i ferdî olarak ortadan kaldırmaya çalışan kişi ise Hayber Yahudilerinden Sellâm b. Meşkem’in karısı Zeyneb bint el-Hâris’tir. Hayber Savaşı’nın ardından bu kadın Allah Resûlü’ne içine zehir katılmış kızarmış bir koyun hediye etti. Hz. Peygamber etten bir lokma aldı ancak zehirli olduğunu anlayınca yutmadı. Fakat yanında bulunan Bişr b. Bera b. Ma’rur zehirli etten yediği için hayatını kaybetti.
Zehri ölene dek hissetti
Bu etten yememiş olmakla birlikte Hz. Peygamber’in ilk lokmada aldığı zehrin etkisini hayatının sonuna kadar hissettiği anlaşılmaktadır. Nitekim vefatına neden olan hastalığı sırasında Hayber’de ağzına aldığı lokma sebebiyle kalp damarlarını kesilmiş gibi hissettiğini söylemiştir.
Hz. Peygamber’in hayatına kast eden diğer bir topluluk ise münafıklardır. Onlar da aynen Mekke müşriklerinin yaptığı gibi Hz. Peygamber’le alay etmekten suikast düzenlemeye kadar çeşitli şekillerde düşmanlıklarını göstermişlerdi.
Münafıkların gerek Hz. Peygamber, gerekse Müslümanlara karşı düşmanlıklarının Tebük Seferi sırasında en üst düzeye çıktığını söyleyebiliriz. Öyle ki, sefer boyunca Allah Resûlü’nün emir ve tavsiyelerine itaat etmemişler; gidiş ve dönüş yolunda Müslümanları zor durumlarla karşı karşıya bırakmışlardır. Hatta Tebük mevkiinden dönüşleri esnasında sebep oldukları sıkıntıları daha da artırarak işi Allah’ın Resûlü’ne suikasta kadar vardırdıklarını belirtmeliyiz.
Hz. Peygamber bu hadiseden şu vahiyle haberdar edilmiştir:
“(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygambere suikast yapmaya) de yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resûlü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu, ne de yardımcısı vardır” (Tevbe, 9/74).
Bu şekilde münafıkların Hz. Peygamber’i öldürme planı da engellenmiş oluyordu. Münafıkların suikast girişimlerinin duyulması üzerine bazı ashap ileri gelenleri olaya adı karışanların öldürülmesini teklif etmişler ancak Hz. Peygamber, “Ben insanların, ‘müşriklerle arasındaki savaş sona erince Muhammed ashabını öldürmeye el attı’ demelerinden hoşlanmam” sözleriyle bu tür istekleri kabul etmedi.
Üseyd b. Hudayr’ın, onların ashap olmadığını söylemesini de “Onlar açıktan Allah’ın birliğine, benim de onun Resûlü olduğuma şehadet etmiyorlar mı? Bana bunları öldürmek yasaklandı” ifadeleriyle geri çevirecekti.
Görüldüğü üzere Mekke müşrikleri, Yahudiler ve münafıklar tarafından ferdî veya toplu şekilde suikast girişimlerine maruz kalan Hz. Peygamber gerek kendi tedbirleri sayesinde, gerekse vahiy yoluyla haberdar edilerek bu teşebbüslerin tamamından kurtulmuştur.
Düşmanlarının onu öldürmek bir yana, yaptıklarından pişmanlık duyup Müslüman olarak onun yanında yer almaları suikastların belki de en hayırlı sonucudur.
Ne mutlu geç de olsa doğruyu görüp Hakk’a tabi olana!
Kuyudaki büyülü taraktan nasıl haberi oldu?
Düşmanları açık suikastlar dışında büyü yaparak da Hz. Peygamber’i öldürmeye çalışmışlardır. Bu konuda Hz. Aişe’den şöyle bir rivayet gelmiştir:
Resûlüllah’a sihir yapılmıştı. Hatta bu büyü sebebiyle bazı işi işlemediği halde kendisine o işi yapar olduğu hayali verilirdi. Nihayet günün birinde benim yanımda iken Allah’a tekrar tekrar dua etti. Sonra bana:
- Yâ Aişe, bildin mi? Allah bana, fetva istediğim şey hakkında fetva vermiştir, buyurdu.
- Bu nedir yâ Resûlüllah, dedim.
O şöyle buyurdu:
- Bana iki kişi geldi. Bunlardan biri başucuma, diğeri de ayakucuma oturdu. Sonra bunların biri arkadaşına, “Bu adamın hastalığı nedir?” diye sordu. Öteki, “Sihir yapılmıştır” diye cevap verdi. Beriki yine “Ona kim sihir yapmıştır?” dedi. “Zuraykoğullarından Yahûdî Lebîd ibnu’l-A’sam” diye cevap verdi. Sonra, “Bu sihir ne içinde yapılmıştır?” diye sordu. Öbürü, “Bir tarak, saç-sakal tarantısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı içinde” diye cevap verdi.
Bu sefer o, “Bu sihir nerededir?” dedi. O da, “Zû Ervân kuyusunun içindedir” dedi.
Bunun üzerine Peygamber sahabelerinden bir grupla birlikte bu kuyuya gitti ve ona baktı, kuyunun üzerinde hurma ağacı vardı. Sonra bana döndü:
- Yâ Aişe, Allah’a yemin ederim ki, kuyunun suyu muhakkak kına suyu gibi kırmızımtırak, hurma ağacının uçları da muhakkak şeytanların başları gibidir, buyurdu.
- Yâ Resûlüllah! Onu çıkardın mı, dedim.
- Hayır. Ancak Allah bana afiyet ve şifa vermiştir. Sihri çıkarmakla insanlar üzerine ondan bir şer yayacağımdan endişe ettim, buyurdu.
Bunun üzerine Resûlüllah kuyunun gömülmesini emretti, o da gömüldü. (Buhârî, Tıbb 50, Müslim, Selam 43). Allah CC kafirlerin şerrinden korusun.
Yorumlar
Kalan Karakter: