Suya sabuna dokunmadan ortamı idare ederseniz herkes tarafından çok sevilirsiniz. Meseleleri birazcıkcık sorgular, zülfü yâre dokunan sözler söylemeye başlarsanız etrafınızdakiler sizi "sakıncalı piyade" olarak görmeye başlarlar.
Bizim insanımız, anlatılanları sabırla dinler hatta o anda size destek bile verir. Fakat görüşme ortamından uzaklaşınca, kafasında kurguladığı çeşitli gerekçelerle sizin söylediklerinizi ölçer-biçer; eğer anlattıklarınız kafasına yatmadıysa size olan desteğini geri çeker. Bir de buna devrin muktedirlerinin "bu zındığı istemezük" yaftası eklenirse toplumsal linç başlamış olur.
Bu sebeple toplumdan soyutlanan birçok düşünür, yazar ve sanatçı, kendini bu itibarsızlaştırma ortamında değersiz ve yalnız hisseder. Artık yaptıkları ve söylediklerinin toplum nazarında bir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. Bundan dolayı çok sayıda düşünür, bilim adamı, yazar ve sanatçı dokuz köyden kovulmuştur. Birçoğu hayatı boyunca hep onuncu köyü arayıp durdu.
Hiç kimse kusura bakmasın, itirazı olanlar da beri gelsin. Bizim toplumumuz kendi içinden yetişen değerlerine sahiplenmeyi pek sevmez! Hayattayken sanatçı ve düşünürlerine değer vermez! İltifat etmez! Görmezlikten ve bilmezlikten gelir! Tarihin derinliklerine indikçe litaratürümüzde bunun sayısız örneği vardır.
Seyyid İmameddin Nesimi, Pir Sultan Abdal, hiciv şairi Nef'i, Niyaz-i Mısrî, Keçecizâde İzzet Molla, Ali Suavi, Namık Kemal, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ahmet Mithat Efendi, Aka Gündüz bir solukta hatıra gelenlerdendir.
Cumhuriyet Döneminde Mehmet Akif, Nazım Hikmet, İzzettin Dinamo, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Refik Halit Karay, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Faruk Nafiz Çamlıbel ve diğerleri "gazaba uğrayanlardan" sadece birkaçıdır.
Aşık Veysel, üstü başı pejmürde olduğu için 1930'lu yıllarda dönemin valisi Tandoğan tarafından Ankara'ya sokulmamıştır. Daha sonraki yıllarda Veysel'in dilinden bir feryat şiiri dökülür:
Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın, ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün, ben sac mıyım?
Yakın dönemde ise Ozan Arif'e yapılanlar yenilir yutulur cinsten değildir.
Bu örnekleri ve isimleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. İsimlerin uzayıp gitmesi ne yüreğinizdeki ateşi söndürür ne kendi değerlerimize yapılan vefasızlıkları ortadan kaldırır. Bu konuda söylenecek o kadar çok şey var ki...
Şair Bâkî'nin bir beyiti ile bitirelim:
Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Turup el bağlayanlar karşuna yârân saf saf
Öğr. Gör. Yaşar ÖZTÜRK