“Keçi çobanı ile koyun çobanı sürülerini dere kenarına getirmiş. Sohbete başlamışlar.
Koyun çobanında kepenek varmış, keçi çobanında yokmuş. Bir iki saat içinde bulutlar toplanmış. Sicim gibi yağmur başlamış. Koyun çobanı kepeneğin içinde, keçi çobanı dışarıda...
Koyun çobanı, keçi çobanını da kepeneğin içine girmeye davet etmiş. Yağmur sona erinceye kadar iki çoban, kepenekle ıslanmaktan kurtulmuş.
Yağmur durmuş, bulutlar dağılmış...
Koyun çobanı yaptığı iyiliği hatırlatmış:
- Eee benim kepenek olmasaydı bayağı ıslanacaktın değil mi?
- Evet, ıslanacaktım. Sağ olasın!.. demiş, keçi çobanı.
Beş on dakikalık sohbetten sonra tekrar hatırlatmış koyun çobanı:
- Benim kepenek olmasa sırılsıklam ıslanacaktın değil mi?
- He ya. Islanacaktım... demiş, keçi çobanı.
Yeniden sohbete dalmışlar. Koyun çobanı bir kez daha hatırlatmış:
- Benim kepenek olmasaydı iyice ıslanacaktın değil mi?..
Keçi çobanı, hızla dereye gitmiş. Suyun içine yatmış. Üzerinde kuru yer kalmamış. Koşmuş koyun çobanının yanına:
- Ulan be adam, senin kepenek olmasaydı bundan daha kötü mü olacaktım?!? Kepeneğini benim başıma değil, kendi başına çal!..”
Milletin vergilerinden oluşan devlet hazinesini kepenek gibi sırtına giyip, garibana verdiği üç kuruşu kendi cebinden veriyormuş gibi: “Ben vermesem aç kalacaksın!” zihniyetiyle hareket eden bir yönetim anlayışıyla memlekette açlığı ortadan kaldıramazsınız! Gariban keçi çobanının durumundan pek farklı değil!..
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!