Fatih Sultan Mehmet Han’ın “kılıç hakkı” olarak aldığı, sonrasında ise cebinden para ödeyerek vakıf haline getirdiği ve vakıfnamesinde/vasiyetinde “aykırı kullanımı sebebiyle beddua ettiği” Ayasofya Cami, Doğu Roma İmparatorluğu’nun simgesel bir mabedidir.
Şöyle anlatayım; Son Sizans imparatorunun özel mülkiyetinde olduğu için, o dönemin dünya hukukuna göre; “Bir ülke, diğer bir ülke ile savaşa girir ve fetih yaparsa, kralın üzerinde olan mülkler yeni krala, askeri alanlar ise yeni askerlere geçer” deniliyor. Ayasofya bu madde gereğince Fatih’e geçmiş, O’nun kendi cebinden verdiği bedel ile de Vakıf haline getirilmiştir.
O tarihlerde ibadete açık olan ve sürekli Kur’an tilavet eden hafızlar vardı. İçindeki freksler sıva ile örtülmüş, resim ve tasvir gibi hiçbir şey kalmamıştır. Ayasofya’nın önemi sadece ibadethane olmasından değil, devrinin en sağlam, en büyük ve ulu bir bina olarak islam alemindeki camilerden yüksek olmasından gelmektedir. Nitekim, Mimar Sinan Süleymaniye ve Edirne Selimiye camilerini yaparken, incelediği ve payandalar ile günümüze gelmesini sağladığı Ayasofya’dan daha çok incelik ve daha büyük bir ibadethane yapma fikri ile hareket etmiştir. Bunu da başarmıştır.
Bugün bazı Avrupa ülkelerinde Ayasofya’nın işgal altında olduğunu, istanbul’un tekrar fethedilmesine kadar süren süreçte boyunlarına siyah fular takma geleneği ortaya çıkmıştır. İstanbul için ellerinden bir şey gelmeyen, fethinden bu yana her türlü entrikaya Türk insanının set kurmasından dolayı hırçınlaşan bu insanlara “siyah fular” meselesi Hristiyan aleminin papazları tarafından “Ayasofya alınıncaya kadar” bir teskin meselesi olarak önerilmiştir. Yüzyıllardır hala devam eden bu anlayış, geçmişte Ekümenlik hakkı olduğunu ileri sürerek Başpiskopazlık iddiasında bulunan Barkelomoz gibi insanların bile hayallerini hep kursaklarında bırakmıştır.
İşte bu denli Hristiyan aleminin sembollerinden olan, İstanbul’un fethedilmesiyle karalar bağlayan Batı aleminin gündeminden hiç düşmeyen ve sürekli kaşınan bir konu olan Ayasofya, eğer ibadete açılırsa yüzyılların olayı da bir nevi kapanacak ve gündem olmaktan çıkacaktır.
Ancak, eğer Cumhurbaşkanı’nın “İstanbul bizimdir. Kimse Ayasofya hakkında tasarruf hakkımıza müdahale edemez. Herkes haddini bilecek” dediği gibi, Ayasofya’nın şimdiki gibi müze olarak kalması, Yunan ve hazımsız batılıların ziyaret etmeleri ve iç geçirmeleri sağlanmalıdır. Çünkü başka türlü bu karalamaların ve hadsizliklerinin önüne geçilemeyecektir.
Diğer bir husus ise, Türk halkının hassas karnı olarak nitelendirdiğimiz Ayasofya Cami konusu, ikide bir kaşınarak iç siyasetin nabzı gibi kullanılmamalıdır. İnsanların hassasiyet duydukları bu konu; gerçek gündemin önüne geçtiğinde bir müddet sonra ilgisini yitirecektir. O zaman ise ibadete açılsada, müze olarak kalsa da, hatta ve hatta batılıların baskıları olsada hiçbir zaman gündeme gelmeyebilir ve gözden düşer.
Mesele sıcakken ne yapılacaksa yapılmalı, sonrasında pişmanlık duyulmamalıdır.