Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
“Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslam toplumu tam ölmemişse ve hala yaşıyorsa, bunu gelip gelip dirilten ramazana borçludur geniş ölçüde.”
Toplum olarak müslüman olduğumuzu hatırladığımız bir aydayız. Oruç tutanların oranı namaz kılanlardan da fazla, hacca gidenlerden de. Bu ayda Kuran’ı da fazla okuduğumuz gibi, oruç ibadeti bizi elimizden tutup diğer ibadetlere götürüyor. İbadetler dünya-ahiret saadeti içindir; oruç ve onun sürekliliği olan ramazan ayında kazandıklarımızla dünyaya daha müslümanca bir bakış açısı kazanıyoruz böylece.
Ülkede olan bitenlere, komşularda, ümmette, tüm dünyada gerçekleşen olaylara daha sağlıklı, daha bilinçli yaklaşabiliriz. Ramazanı yabana atmamalı, sadece boynumuzun borcu bir ibadet gibi görmektense her konuda müslümanca düşünmeye vesile görmeliyiz bu ayı, özellikle ramazanın son on gününde bulunurken.
Bu şekilde bir ibadet ve dünya hayatı için içinde bulunduğumuz günleri açlık durumundan çıkarıp oruç haline çevirmemiz gerekir. Bu vesile ile oruç’un sırlarından bahsetmeye çalışacağım ben de.
‘Vakıf olmak’ deyimini bizler tam manasıyla bilmek, öğrenmek için kullanırız. Arapça da ise vakıf olmak, ‘vakafe=durmak’ kökünden geliyor. Düşünmek için durmalısın, anlamında bu söz. Diğer dillerde de anlamak ile durmak arasında bir bağ mevcut. İngilizce’de ‘stand’ durmak, ‘understand’ anlamak; Almanca’da ‘stehen’ durmak ‘verstehen’ anlamak manasına geliyor. İşte ramazan günleri durmak ile anlamak arasında bir bağ kuruyoruz; midemiz duruyor, bedenimiz halsiz düşüyor ve zihin daha iyi düşünüyor.
Her şeyin hızla gerçekleştiği bu modern çağda, ajansların bile haber ulaştırmakta yavaş kaldığı Arap devrimlerinin bir tetiğin çekilmesi misali neden böylesine hızla gerçekleştiğini bir kez durup düşünüyoruz, örneğin. Hızlı okuma kurslarının övüldüğü zamanlarda, inadına ayrıntıları geçmeyerek yavaşça okuyoruz dünyada olup bitenleri.
Diğer bir yönüyle normal yaşantımıza bir dur diyor ve ramazan boyunca dini meseleleri daha çok düşünüyoruz. Modern yaşantımızı durdurup, asr-ı saadeti anlamaya çalışıyoruz sanki.
Gün boyunca yiyip içmemek, meleklerin bir özelliğidir. Melekler sanki hep oruçludur. Bizler de oruçla beraber meleklerle bir ilgi kuruyoruz. Hem de yeme içmeden münezzeh anlamına gelen Rabbin es-samed esmasının tecellisiyle, samediyet ahlakıyla ahlaklanmış oluyoruz gücümüz yettiği müddetçe.
Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilen, oruç’a dair çok bilinen bir kutsi hadis var; Cenab-ı Hak buyuruyor ki, “Oruç benim içindir, onu mükafatlandıracak da benim.” Tüm ibadetler Allah içindir, hepsini mükafatı Allah’tandır ama oruç için özellikle ‘benim için’ deniliyor.
Bütün yeryüzü, Allah’ın olmasıyla beraber Kabe’ye Allah’ın evi anlamında ‘Beytullah’ denilip Kabe’ye özel bir anlam yüklenmiştir. Aynı kıymet, özellikle Allah’ın mülkü olma şerefi, vücut içinde kalp’e aittir. İbadetler içinde de bu değer, oruç’a verilmiştir; özellikle belirtilerek Allah içindir denilmiştir. Yine Allah’ın mülkü dairesinde nimetlerinden yararlanmanın vakti değişir bu ayda. Vücutta Allah’ın mülkü olan kalp, yeryüzünde Allah’ın mülkü olan Kabe’ye yönelir, Allah için bir ibadetin daha vakti gelmiştir; oruç.
Oruç’un bitimi, iftar vakti; verilen mühletin sona ermesi demek. Kuran’dan öğrendiğimiz şekliyle Hz. Meryem’e emredilen söz orucu, sükût orucu var. (Meryem, 26) Dünya üzerindeki diğer inanış çeşitlerine bakınca da insanların konuşmamak sureti ile dinginliğe ulaştıklarını, bir çeşit söz orucu tuttuklarını görüyoruz. Sürekli konuşan insanlar için konuşma halinin durması demek, düşüncenin hareketlenmesi demektir aynı zamanda. Hindistan’ın eski lideri Gandhi için haftada bir gün kimse ile konuşmadığı söylenir. Tam da burada, derviş tavsiyesi olan “az ye, az konuş, az uyu, az gül, fazla tefekkür et” sözünü hatırlamak yerle yerinde olacaktır. Tefekkür etmek için ne yemeğin ne fazla uykunun ne de malayani konuşmanın esiri olmamamız, fıtratî özelliklerimizi azdan alıp, meleklere yaklaşmamız gerekiyor demek ki.
İnsanın orucu farz olduğu şekliyle ramazanda gündüzleri yeme içmeden kesilmekle olur. İlahi bir ikinci emre kadar bir şey yemez müslümanlar. Gün boyunca Allah’ın sözünden çıkmamak ile edeb üzere bulunuruz. Peki bu manadaki orucu yalnız insanlar mı tutar? Dağlar yerli yerinde duruyorlar, bu da onların orucudur. Dünyaya verilen sürenin sonuna geldiğimizde, sur’a üflendiği anda artık dağlar da hareket edecektir. Yine, gezenler, uydular emredilen yörüngeden çıkmazlar. Tayin edilen yöndedir hep hareketleri; bu durumda asıl onlar Allah’ın sözünde çıkmaz, asıl onlar edeb üzeredir.
Ve şair Erdem Bayazıd vaat edilen ömrün bir oruçluk vakit olduğunu ifade ederek; “biliyorum oruçlu doğar her insan, bir gün ölümün iftar sofrasına” demiştir.
Oruçla beraber, kainatın tuttuğu orucu, bedenin yavaşlaması ile zihnin hızlanması arasındaki ilişkiyi, özellikle orucun niçin Allah için olduğunu bir daha düşünürüz. Her ramazan yeniden ve her ramazan ilk kez düşünüyor gibi düşünürüz. Bir ramazan diğer ramazana benzemez, mevsim olarak da farklı zamanlara denk geldiği için her yılın orucu zihnimizde farklı yerdedir. O yüzdendir ki, mahyalara ‘hoşçakal ey şehr-i ramazan’ yazılmaz, ‘elveda ey şehr-i ramazan’ yazılır.
Sezai Karakoç’un oruç yazılarının toplu halde basıldığı bir kitap var, Samanyolunda Ziyafet adında. “Oruçla bütün bir din tarihini yaşarız biz” diye başlayan bir yazısı, diğerlerinden farklı ve pek bilmediğimiz bir yönünü anlatıyor ramazanın. Metnin bir kısmını olduğu gibi aktarıyorum:
İftarın yaklaştığı saatlerde fırından ekmek almaya giden oruçlu, Ashab-ı Kehf’in nice yıllar uyuduktan sonra içlerinden birinin şehre ekmek almaya gönderdikleri zamanki ruh hallerini bir parçacık yaşar. Evet, fırın artık o fırın, kent artık o kent değilse de, ramazan günü fırınlardan alınan ekmek yine o "ekmek"tir. İftar sofrası, Allah’ın Hazreti İsa’ya indirdiği "gök sofrası"dır bir parça. Peygamberimizin nice kereler ashabıyla oturduğu sofradan bir anlam taşımaktadır. Ocaklardı yanan ateş Nemrud’un yaktığı ateş değil, Hazreti İbrahim’i yakmayan ateştir. Oruç ayına kadar pek de dikkat etmeksizin etinden, sütünden, yününden, derisinden faydalandığımız hayvanlar, ağızlarımız melek mühürleriyle mühürlendiği andan itibaren yavaş yavaş anlam değiştirmeğe başlarlar. Ta kurban bayramında Hazreti İsmail’in kurtulmalığı olan koçun anlamına kavuşuncaya kadar. Taşlar bile dikkat eden için anlam değiştirir oruçta. Hazreti İsmail’in şeytana attığı taşlara dönüşmeğe başlarlar gözümüzde.
Oruç, toplum için, Hazreti Musa’nın Sina dağına gittiği ve dönüşünde halkını Altın Buzağıyı yapmış ve ona tapar olarak bulmuş olduğu o çileli günün imtihanından bir imtihandır. Manen, İslam toplumu Kadir gecesinde her yıl Altın Buzağıyı boğazlar ve bayrama onun sevinci içinde çıkar.
Bu temsillerin bilincinde tutulan bir oruç da sahibine islamı temsil ettirecektir. Bugün bizler en rahat, en basit, en hızlı hayatımızla islamı yaşamaya çalışıyoruz. Bu sürat içindeyken ramazanda olsun durup, 21. Yüzyıla hangi temsillerden geçip gelen bir dinin mensubu olduğumuzu yeniden hatırlamamızın tam vaktidir. Üstad’ın da dediği gibi; Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslam toplumu tam ölmemişse ve hala yaşıyorsa, bunu gelip gelip dirilten ramazana borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse, bu da, yine bir ramazanda başlayacaktır, ramazanlarda başlayacaktır. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.