Yanılmıyorsam M. Şevkat Esendalın bir hikayesi var.
Külbastı.
Yolcu soğuk bir kış günü bir hana varır. Üşümüş aç bi ilaçtır.
Hanın salonuna girer bakar. Herkes ocak başını kaplamış yayılmış keyifle oturuyorlar. Hiç birisi kıpırdanıpta gelen yolcu üşümüş ısınsın diye onada yer açmıyorlar.
Tabi o zamanlar ne soba var ne kalorifer. Varsa yoksa bir tek ocak. Ocak başını kaptın kaptın, yoksa dondun. Onunda ocak tarafı yaz arka tarafı kış. Neyse yolcu ocaktan uzakta bir yere oturur.
Hancı der.
Bana bir, atıma da iki kül bastı yap der.
Hancı külbastıları yapar getirir.
Yolcu kendi külbastısını alır, atımın külbastılarınıda ahıra atıma götür der.
Herkes hayretler içinde hancı ile birlikte atın külbastıyı nasıl yediğini görmeye gider.
Ocak başı boşalmıştır.
Yolcu ocağın baş köşesine oturur külbastısını yemeye başlar.
Hancı bağırır.
Beyim at külbastıları yemiyor.
Yolcu aç değildir getir buraya der.
Diğerleri bakarlarki ocağın baş köşesini kaptırmışlardır.
Günümüzde atın külbastı yiyeceğine inanan o kadar şaşkın insan varki hayretlere düşmemek mümkün değil.
İnsanlarımız yalanın, dolanın, uçuk ve tuzak haber hikeye ve rivayetlerin ardından dörtnala gidiyorlar. Marifetmiş gibide bunları yayıyorlar. Bunların bir kısmı art niyetli bozguncu bir kısmıda düşüncesiz.
Halbuki bir işin oluru var olmazı var.
Durup düşünüp bakmak lazım. Olurmu diye sormak lazım.
Unutmayalımki yalanın dolanın ardından giden ona inanan ondan medet umanlar ocak başındaki baş köşelerini kaybederler tuzağada düşerler.