Bugün size dört davranış kodundan yola çıkarak bir toplum kompozisyonu çizeceğim. Peşinen söyleyeyim, meselenin güncel politik olaylarla doğrudan bir bağlantısı yoktur. Dolayısıyla aşağıdaki satırlar politik bir metin değil; düşünen, düşündüklerini toplumla paylaşmaya çalışan bir adamın analizleridir.
· Bizim toplumumuzda tarih boyunca, makamların etrafına ilintilenmiş, o makama gösterilen itibardan halk nezdinde kendine itibar devşirmeye çalışan hiç kimse yoktur!?
· Torpil, iltimas, rüşvet, partizanlık, grupçuluk, hizipçilik, adam kayırmacılık, bölgecilik ve hemşericilik bizde hiç rastlanmamıştır!?
· “İlle de iltimas, ille de iltimas!” diye bağıran adamlar, öğrencisinden “talebe” hocalar, beşik ulemaları, sahte diplomalar, çalıntı sorular, bizim eğitim sistemimizde hiç görülmemiştir!?
· Herhangi bir gün, bir yetkiliye: “Sen dürüst bir adamsın, çalmazsın çırpmazsın biliyorum; ama şu bizim oğlanın işini bir hallediversen…” dediğimiz duyulmamıştır!?
· Yemek kuyruğunda, banka önlerinde kaynak yaptığımızı, sıra tanımazlık, hak bilmezlikle öne geçtiğimizi gören, duyan, bilen olmamıştır!?
desem, kaç kişi bana inanır? Bunlar sadece bugünün problemleri değil; Selçuklu’dan Osmanlı’ya, oradan da Cumhuriyet’e intikal etmiş toplumsal hastalıklarımızdır. O halde, etraftan itibar devşirmeyi birinci davranış kodu olarak bir kenara yazalım.
Gelelim ikinci davranışa. Türkler yardımsever, cömert bir millettir. Refah içinde yaşamayı severler; fakat paragöz değildirler! Yani toplumsal ilişkilerini para belirlemez. Türk insanı, zenginlerin etrafında yer alarak, zengine olan itibardan kendine asla itibar devşirmez! Zengin yardakçısı değildir! Bizde hiç kimseye “paran kadar konuş” denilmemiştir! “Şimdi rağbet güzel ile zengine” türküsü de bize ait değildir!
deseydi birileri; “hadi canım sende” diye hemen itiraz edersiniz. O zaman, zenginlik ve paradan itibar devşirmeyi de ikinci davranış kodu olarak bir kenara yazalım.
Azizler, şeyhler, üstatlar, profesörler, siyasetçilerin yanında, zat-ı muhteremin birinci derece yanında en sadık müridi / asistanı /veliahdı / prensi veya prensesi görüntüsüyle o kadar dost, arkadaş veya cemaat üzerinde etkili olma statüsünü ele geçirme saplantısı, bizim entelijansiyamız ve inanç dünyamızda hiç rastlanmamıştır! Bizde IQ (ayküsü) yüksek adamlar, ayak oyunlarına başvurmazlar! Bizim toplumumuzda katiyen vekilharç üçkâğıtçılığı görülmez! Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz tiyatroları hiç oynanmamıştır!
diye seslensem; söylediklerime yüksek sesle itiraz eden ve ellerini sıra kapaklarına şiddetle vuran adamlar görürsünüz. Lütfen otoriteden, güçlüden faydalanmayı da üçüncü davranış kodu olarak bir kenara kaydedelim.
Tarihin hiçbir döneminde, bizim toplumumuzda kendi heva ve arzusunu Allah’ın emri ve arzusuymuş gibi ifade eden, ayetleri eğip büken, tevil eden, Allah adına yalan söyleme cesaretini gösteren ve kendini Mehdi ilan eden bir din tüccarı çıkmamıştır! Hiçbir din âlimi bizi Allah ile aldatmamıştır! Yakın zamanda kendini “kâinatın imamı” olarak takdim eden bir sahtekâr, dünyalık şeylerle insanları kandırıp ulufe dağıtmamış ve devleti ele geçirip hükmetmeye kalkışmamıştır!
desem; Allah aşkına bana hanginiz inanırsınız? O halde, sahte din tüccarlığını da dördüncü davranış kodu olarak bir kenara yazınız.
Şimdi işin püf noktasını söyleyelim. Bütün zamanların dört putu vardır. Bunlar, sadece Cahiliye Dönemini kapsamaz; bütün zamanları da içine alır.
Lât: Makamların etrafına çöreklenerek, ona olan itibardan kendine itibar devşirmedir. Bu Lât putuna tapmaktır.
Menât: Para, iktisadi zenginlik demektir. Zengin yardakçılığı ya da halk deyimiyle “çanak yalayıcılığı”dır. Yani paraya tapma putudur.
Uzza: Azizler, şeyhler, üstatların yanında, yani gücün /kuvvetin /otoritenin birinci derece yanında en sadık müridi görüntüsüyle cemaat üzerinde etkili olma imtiyazını ele geçirme tapınmasına Uzza’ya tapınma denir.
Hübel: En tehlikelisidir. Kendi arzularını Allah’ın emiriymiş gibi sunmak, ayetleri tevil etmek ve Allah adına yalan söyleme cesaretini gösterme sahtekârlığıdır. Din tüccarlığı da diyebileceğimiz bu aldatmaca Hübel’e tapınmadır.
Allah, Kur’an’da şöyle diyor: ”Gördünüz mü o Lât ve Uzza’yı? Diğer üçüncüsü olan Menât’ı da (gördünüz mü?) Bunlar (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm:19/20/23)
Tek cümleyle özetleyelim: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”