Hayat, karmaşık çelişkiler yumağı olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. “Ölçüler mi değişti, yoksa anlayışlar mı?” demekten kendimizi alamıyoruz. Her seferinde, değerler sistemi alt üst olmuş bir dünyada, dünün çok gerilerde kaldığını, bugünün ise bambaşka bir anlayış ve kabullenmelerle devam ettiğini gördükçe; birçok şeyin boş ve yalan olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
İnsanların sanki imana sarılır gibi dört elle sarıldıkları dünkü değerlerin, bugün toplumsal değişmenin ivmesiyle nasıl itibarsızlaştırıldığını, buyurun beraber seyredelim:
Bizim neslin solcuları “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı ile yeri göğü inletirlerdi. Bugün küresel emperyalizm, Venezüella’yı parçalayıp işgal etmek istiyor; fakat bizdeki ve dünyanın öbür tarafındaki Marksistlerin, sosyalistlerin ve sosyal demokratların sesi çıkmıyor! Arjantinli devrimci Che Guevera’nın torunlarına ne oldu ki; sendikalar, sol örgütler, sivil toplum kuruluşları sanki dut yemiş bülbüle döndüler. Che Guevara, 1966 yılında Prag'da saklandığı günlerde, Sovyetler Birliği'nin kapitalizme yenik düşeceğini öngörmüştü. Ne müthiş tahmin değil mi ve sonra yaşananlar ne yaman çelişki?
Gezi olaylarında ağacı bahane edip ortalığı kasıp kavuranlar, Yalova’da bulvar açmak için ağaçları kesen belediyeye niçin aynı tepkiyi göstermezler? Bunu bilmeyecek ne var? Artist kılıklı biri çıkıp: “Anlamıyor musun? Mesele ağaç değil!” dediğinde niyetler anlaşılmıştı. Ne müthiş bir çevrecilik değil mi?!
Türkiye’nin casusluktan tutukladığı Papaz, Amerika’yı çok rahatsız etti. Peşinden Amerikan büyükelçiliğinde çalışan iki kişinin daha ajanlıktan tutuklanması, Türk-Amerikan ilişkilerini oldukça gerdi. Cumhurbaşkanı “Sizdeki papazla bizdeki papazı değişelim.” deyince; Beyaz Saray’ın sarışın sözcüsü “Böyle bir şey hayalimizden dahi geçmez.” deyiverdi. Bu durum, Türkiye’de Amerikan rüyası görenlerin pembe hayallerini kâbusa döndürmüş olmalı. Yüzleri kızarmadan “eyvah, Sam Amca kızmasa bari” diyenler, bu ülkede yıllarca insan hakları ve demokrasi nutukları çektiler. Ne müthiş bir aldatmaca değil mi?
2014 yılında Türkiye ile Rusya arasında uçak krizi gerginliği yaşandı. Gerginliğin düşürülmesi için Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan ricada bulunan Batılı dışişleri bakanları; Türkiye, Rusya’dan S-400 füzeleri almaya kalkışınca, bu defa da rahatsızlıklarını ifade etmeye başladılar. Ne müthiş bir yüzsüzlük değil mi?
PKK, Marksist bir terör örgütüdür. 1999 yılında, terörist başının Kenya’da paketlenip Amerika tarafından Türkiye’ye verilmesinden sonra, siz hiç PKK’nın Amerikan aleyhtarı bir eyleme giriştiğini duydunuz ya da gördünüz mü? Marksist bir örgütün umudunu Amerikan emperyalizmine bağlaması ne müthiş bir yutturmaca değil mi?
“Kadın hakları!” diye sokaklarda bağıran feministler, kadın örgütleri, Çanakkale’de hakarete uğrayan belediye meclis üyesi bir kadın olduğu halde, hemcinslerine neden sahip çıkmazlar? Kadının siyasi görüşlerine katılırsınız veya katılmazsınız; bu ayrı bir husustur. Tuhaf olan, Türkiye’de kadın dayanışmasının bir başka kadına sahip çıkmamasıdır. Ana muhalefet partisi kadın kolları üyelerinin bu hakarete destek vermelerine ya da parti genel merkezinin “bunda suç unsuru bulamadık” açıklamasına ne demeli? Ne müthiş bir pişkinlik değil mi?
Amerikan vizesiyle gümrükten geçip Hürriyet Anıtı’nın önünde, Amerikan bayrağının altında fotoğraf çektiren “vatansızların” objektiflere yansımış gülümsemeleri hâlâ içimi acıtır. Çünkü bu ülkede elli sene önce, “Türkiye’de NATO tartışılmalıdır” diyen aydınlar, komünistlikle suçlanmıştı. Aradan yıllar geçti. Türk halkı, Amerikan emperyalizminin gerçek niyetini son olaylarla fark edebildi. Memleket semalarında Amerikan karşıtı nidaları işitince; “günaydın Türkiye” deyip ülkemi selamlayasım geliyor. Ne müthiş bir tiyatral sahne değil mi?
Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin FETÖ’den tutuklu, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Yarsav)’ın eski Başkanı Murat Arslan’a Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülü vermesi, doğrusu pek manidardır. Batı’nın darbe taraftarlığı karnesi kırık notlarla doludur. En son Mısır’daki darbeye destek vermişlerdi. Ardından bizdeki 15 Temmuz işgal girişimine destek verdiler. Darbe girişimi bastırılıp olağanüstü hâl uygulamaları başlayınca, Türkiye’yi insan hakları örgütleriyle yola getirmeyi denediler. Ne müthiş bir sahtekârlık değil mi?
ABD büyükelçisi John Bass’ın giderayak söylediklerine bakın: “Türk hükümetinden bazıları intikam olmak istiyor.” Adama sormak lazım; neyin intikamı bu? Sakın 15 Temmuz’un olmasın? Diplomat, kelimeleri ölçerek kullanan adamdır. John Bass’ın şirazesi mi kaçmış yoksa Türk hükümeti kendini görevden aldırdığı için kontrolden çıkıp itirafta mı bulunmuş? Peki, bütün bunlar olup biterken “Bağımsız Türkiye!” diye bağıranların şimdi neden sesi çıkmıyor? Ne müthiş bir çelişki değil mi?
Yıllar önce, biz bu yaman çelişkileri dile getirdiğimizde, “Bunlar şehir efsaneleri, komplo teorileri… İnsanların zihinlerini bu tür tevatürlerle karıştırmayın!” diyenler; bugünlerde orta yerde teorisyen ve uzman olarak dolaşmıyorlar mı, ona yanarım. Ne müthiş bir kandırmaca değil mi?
Bu çelişkiler yumağı uzar gider. Kalın sağlıcakla.