Değerli Dava Arkadaşım;
46 yıllık siyasi ömrü hep çalkantılar içinde geçen ülkücü Davanın, artık toparlanma zamanı gelmiştir. Ama bizde öyle bir hastalık var ki; içimizi kemiren bir kurt gibi gün be gün bizi bitiriyor.
Ülkücü, ülkücünün öz kardeşidir. Öze dönüş yolunda birlik ve beraberlik içinde olmak zorundayız. Ama bizim birlikte olmamak gibi, birbirimizin açığını aramak, suçlamak ve kötülemek gibi bir sorunumuz var. Gruplaşmalar, hizipler, başarılı insanların hatırlanmaması, duayen insanların fikirlerinden ve tecrübelerinden yararlanmama gibi bir huyumuz var. En kötüsü, en küçük bir olayda aramızdan ayrılan insanlara “hain” damgasını vurmak var.
Siz, hiç Başbuğ Alparslan Türkeş’in, 12 Eylül sonrası başka siyasi partilerde görev alan, MHP bünyesinde kendisi yle çatışmaya girerek, partiden ayrılan insanlara “Hain” dediğini duydunuz mu? O, ”Ülkücülerin siyaset yapacakları yer MHP’dir. Bütün ülkücüler MHP çatısı altında olmalıdır” demiştir. Oysa bugünkü yöneticiler, ayrılanlara hemen “hain” yaftasını vuruyor, geçmişte yaptıklarını bir bir ortaya döküyoruz. Oysa ne demiş Hz. Peygamber “Kim, bir Müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Allah’da onun ayıbını örter”
Biz bunları düşünmüyoruz. Birisi eleştirimi yaptı, yapıştır yaftayı. Birisi kem söz mü söyledi. Vur abalıya. Durum böyle olunca, değirmen taşının öğüttüğü buğday taneleri gibi tek teker yok oluyoruz. Halbuki, siyasette birilerini kazanmak için “yutkunmak” gerektiğini halA bilemedik.
Hatırlayanlarınız var mıdır bilmem, 1990’lı yıllardaki bir seçimde, Fazilet partililer genelevlere bile oy istemeye gitmişlerdi. Kendilerini tanıtmak, davalarını anlatabilmek için gittiler oralara. Herkes onlara güldü; onları küçük gördü. Sonrasın da ise, bugünkü siyasi tablonun çizgisi ortaya çıkarıldı. Rahmetli Erbakan, “Herkesi Milli dava adamı yapamazsınız. Ancak hiç olmazsa size küfür edilmesini önlersiniz” demişti. Sonuçta, gidilmeyen yerlere giden, meyhanelere kadar sokularak oy isteyenler, bugün onların çocukları olarak iktidardadır.
Hiç düşündünüz mü? Yerel seçimlerde Merkezefendi de yüzde 24, Pamukkale de yüzde 32 oy nasıl alındı? Bunca kötü yönetilmesine rağmen, bunca hain damgasını yemesine rağmen insanlar neden MHP kadrolarına oy verdiler de; 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde oy vermediler?
“Ali İpek olmasaydı seçimleri alırdık” diye konuşanlar, Ali İpek ile birlikte partinin organlarında görev alan insanların toplumda karşılıklarının olmasının bu denli oy alınmasına vesile olunduğunu düşündünüz mü acaba?
Her kesimden, Ülkücü değil ama, Milliyetçi kesimden insanların kadro içerisinde yer alması, MHP’yi yerel seçimlerde taşımıştır. Ümit Bahtiyar yıllarca başka partiden geldi diye eleştirilmesine rağmen, bir gün olsun şikayet etti mi?. Sonuçta, O’nun varlığı ve çalışması ile oy oranı artırıldı.
Yine, dönemin teşkilatı tarafından Merkezefendi Belediye Başkan adaylığına getirilen Nihat Yeniyol’un ülkücü olduğunu herkes bilmez. Akranları bilir. Ama o, geçmişteki yapılanlar yüzünden tercihini DYP adına kullanmış ve oradan başkan seçilerek Servergazi’de başkan olmuştur. MHP’ye geldiğinde iyi bir şeyler yapmak için çabaladı. Ama birileri hep önüne taş koydu. Seçimden sonra kendisiyle hesaplaşmanın yollarını aradı. Seçim çalışmalarında Yeniyol’un önüne set üstüne set konuldu. Lakın o siyasi terbiye gereği ağzını ile açmadı.
Yine Pamukkale beldesinde Osman Akkulak vardı. Hani, partiye maddi ihtiyaç lazım olduğunda, otobüs veya minibüs ihtiyacında hatırlanan başkan Akkulak. Dönemin il yönetiminden kimse kendisini ziyaret etmediği için hep ülkücülük içinde ukte kalan Akkulak.
Bir zamanlar uç beyi yaptığımız bu insanları seçimden sonra unuttuk. Kapılarını çalmaz, fikirlerinden faydalanmak için seçim çalışmalarına dahil etmeye yanaşmadık. Millet’e posa diyenleri, küfür edenleri, azıcık parası var diye başka partilerin döküntülerini baş tacı yaptık, ama onları unuttuk.
MHP camiası, ahde vefa göstermeyi unuttuğu sürece, hep böyle yarım yamalak kalmaya mahkumdur. Bu davanın duayen isimleri vardır; Kemal Sağlam, Şadi Çetinkaya gibi.. 2002 seçimlerinden bu yana Kemal Sağlam gibi duayen insanları seçim çalışmalarında hiç görmedim. Çünkü, yıllarca kendisini hatırlayan olmadı; o kongrelere bile sessizce geldi, sessizce gitti. Kendisini partinin çalışmalarına davet eden kimse olmadı.
Kaldı ki; geçmiş dönemlerde çeşitli partilerden gelen, hasbel kader güzel çalışmalar yapan, iyi veya kötü parti içerisinde görev alan hiçbir kimseye ahde vefa göstermedik. Kapılarını çalmadık. “Sizin geçmiş siyasi tecrübelerinizden faydalanalım” diye bir kez olsun davet etmedik. Onlar evlerinde otururken, “acaba partimden bir davet gelir mi” diye pencere kenarında kalakaldılar. Yürekleri hep buruk oldu.
Ülkücü teşkilatlarda hep “Reis” var. Teşkilatlardaki sohbetlerde, toplantılarda bir tane nefere rastlamadım. Kim, kimi gördüyse “Hoş geldin Reis” diye karşılıyor. Kimse bana “Reislik” meselesinin eskilere paye olarak verildiğini söylemesin. Allah aşkına binlerce generalin bulunduğu bir ordu, neferi yoksa ne işe yarar?
Değerli Dava Arkadaşım;
Biliyorum. Bana yine bazıları kızıyor, küfrediyorlar. Ama olsun. Bu davanın çilekeş bir insanı olarak bu tür şeylere alıştım. Ama kimsenin adamı olmadım. Bizi bitiren de budur. Şunun adamı, bunun adamı gibilerinden hep bölünmüşüz.
Birisi çıkmış, ardındaki insanlara güvenerek teşkilatları tehdid ediyor. Birisi çıkmış, arkasındaki ülkücülere güvenerek ahkam kesiyor. Ama hiçbir kimse “Başbuğ Alparslan Türkeş” derken, adamı oldukları adam tarafından kullanıldıklarını bilmiyor. Bu dava O’nun bunun davası değildir. Bir kişi Belediye başkanı, milletvekili olacakmış; bana mı hizmet edecek? Koltuğu sana mı verecek? Yoksa Ülkücü davanın hizmetinde mi olacak? Bunu bilerek adam seçmeli, ardından gitmelidir. Diğer türlü dava içerisinde ikilik çıkmasına zemin hazırlıyorsunuz.
İnsanlarla uğraşmakla bir yere varılamaz. Oysa insanları “ne olursa olsun” kucaklamak şiarımız olmalı. Artık bundan sonra ne yapabiliriz diye teoriler fikirler geliştirmek zorundayız. Ülkücü davanın nasıl iktidar olacağını, Türk Milleti ile bütünleşerek Turan ülküsünü kuracağı nı düşünmek ve bulmak zorundayız.
Başbuğ’un deyimi ile; Çalışmak…. Çalışmak… Çalışmak zorundayız.
Yoksa bu gidişle MHP baraj altında kalacak, Ülkücülerin boynu hep bükük olacaktır.