Türkiye’de ister genel, ister yerel seçimler her zaman iddialı geçmiştir. Kimi zaman karalamalar, kimi zaman asılsız olaylar ile karşı rakibi karalamak, yaftalamak moda olmuştur. Çok partili dönemin başlaması ile birlikte, günümüze kadar gelen bu sert ve yaftalama siyaseti ne yazık ki, her zaman kendine taraftar bulmuştur.
Demokrasileri oturmuş, kanunları kati olan Avrupa ülkelerinde ise bunun tam tersi olmaktadır. Liderler veya siyasi insanlar televizyonlarda kırmadan, dökmeden siyaset yaparken, karşılaştıklarında da tebessüm ve gülümsemeyi eksik etmiyorlar.
Hatırlarmısınız bilmem.
Sanıyorum, Nihat Zeybekci’nin ikinci belediye başkanlığı seçimleri idi. CHP ve MHP o tarihlerde güçlü adaylar çıkarmışlardı. Siyasi tansiyon yüksek, Ak Parti’nin seçimleri kazanması bıçak sırtında idi. Seçimlere iki veya üç gün kala, sabahleyin uyanıp, işyerlerine gidenler sokaklarda “CHP/MHP” işbirliğini gösteren broşürlerin atıldığını gördüler. İçeriğinde suçlama vardı. Bu broşürleri kimlerin yaptığı hala bilinmiyorsa da, Nihat Zeybekci’nin belediye başkanlığını kazanması bu broşürler sayesinde olmuştur, diyebiliriz.
Bugün, özellikle İstanbul’da “Kılıçdaroğlu ve PKK” işbirliğini gösteren küçük broşürlerin muhtelif yerlere asıldığı basın yayın organlarında gösterildi. CHP bu karalama broşürlerini YSK’ye şikayet etti. Bana göre; seçimleri kaybedeceğini anlayan birileri, son çare olarak bu tür yalanlara, iftiralara başvurarak hem cahil kesimi, hem de kendilerine oy veren kesimi elde tutabilmek için böyle yapmıştı. Tutar mı, tutmaz mı bilemem. Ama böylesine çirkin olayların Türk Siyaseti içinde kullanılması çok çirkin.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaş gurubunda söz döndü, dolaştı siyasete geldi. İşte, Kime oy vereceksin? Kim kazanır? Vb. sohbet ortamında konuşuluyor.
Bir arkadaşımız; PKK ile işbirliği yapan Zillet ittifakına oy vermem diyor.
Bir başka arkadaşımız; açılım sürecindeAk Parti tarafından Doğu Anadolu’da kurulan çadır mahkemelerini, Osman Öçalan'ın TRT'ye çıkarılmasını vs. söyledi. Yani PKK ile asıl işbirliği yapanın Ak Parti olduğunu söyledi.
Ortam gerildi. Ak Parti’ye oy vereceğini belirten arkadaşım, ayağa kalkarak “siz hainsiniz” deyip gitti. Buz gibi bir hava oluştu. Yapılan sohbet vatan hainliğine kadar gelmişti. Yıllarını Ülkücü Davaya harcayan ben, yıllarca Ak Parti’ye oy veren, ama bu seçimlerde Millet ittifakına vereceğini belirten ülkücü arkadaşım bir anda Vatan Haini olduk.
Birbirimizin yüzüne baktık. Öyle ya, seçimlerden sonra tekrar bir araya geleceğiz. Nice sohbetler yapacağız dediğimiz arkadaşım, bizi yaftalayıp geçti. Geçmekle kalmadı; adeta ezdi geçti. İlk kez bir seçimde bu denli sert yaftalama ile karşılaştım. Üzüldüm ama, elden bir şey gelmiyor.
Anlayacağınız yukarıda da belirttiğim gibi, seçimleri kazanmak uğruna en yakın arkadaşına bu denli korkunç iftira atan, düşünmeden bir anlık siyasi öfke ile 40 yıllık dostluğu çöpe atan fanatik siyasetçilerin, halkımızı ne kadar derinden etkilediğini, “senci, benci” diye böldüğünün farkındamısınız?
12 Eylül öncesi baba ile oğulun ayrıştığı, birbirine silah çektiği ortamları yaşadık. O zamanlar bile bu kadar keskin dil, keskin yaftalama, keskin çizgiler yoktu. Bu kez gerçekten korkular, kaybetmenin getirdiği stres bizi bu hale getirdi. TBMM’de “PKKlı” dedikleri HDP’li meclis başkanvekilinin yönettiği oturuma katılanları, MHP ve HDPli milletvekillerinin TBMM salonunda yan yana sıralarda oturduklarını unutmasınlar.
Bu dil çok kötü. Bu dil dostlukları yıkan dil. Seçime değil, savaşa gider gibi yapılan davranışlar bizi zaafiyete düşürür. Bunları aşmamız, hoşgörü anlayışını dile getirmemiz gerekiyor.
Bu güç kalıcı değildir. Bu koltuklar kalıcı değildir. Bugün sen oturursun, yarın gelir başkaları oturur. Koltuklara aldanarak insanları kutuplaştırmak, ayrıştırmak doğru değil..Geçmişte ne büyük adamlar o koltuklara oturdular. Ama hiç birisi gücü de, koltuğu da beraberinde götüremediler.
Lütfen siyasiler..! Aynı toprakların insanı olan sizler, yarın yüzyüze bakacağınız arkadaşlarınızı, dostlarınızı siyaseten de olsa kırmayınız…
Saygılar sunuyorum.
Esen Kalınız…