Seyyid Battal Gazi’nin 680-690 yılları arasında Malatya’da dünyaya geldiği, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinin güneybatısında Türkmen Dağlarının eteklerinde, 740 yılında Bizans ordusuyla yapılan Akroinon Savaşı’nda şehit olduğu söylenmektedir. Malatya Serdarı (komutanı) Hüseyin Gazi’nin oğludur.
Annesi Saide Hatun’dur. Ömrünü Anadolu'nun Müslümanlaştırılması için yapılan mücadelelerle geçirmiştir. Hakkında Anadolu'da birçok menkıbe anlatılmaktadır. Bütün zamanlar içinde Anadolu'da cesaret, yiğitlik ve kahramanlık denince ilk akla gelen Battal Gazi örnek alınmıştır.
Battal adının Battal Gazi’nin esas adı olmadığı, onun kahramanlığı ve cesurluğunu ifade eden lakabı olduğu, asıl adının Cafer olduğu söylenmektedir. Gazilik unvanının da savaşlarda gösterdiği kahramanlıktan dolayı verildiği belirtilmektedir. Battal Gazi’nin soyunun Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya dayandığı için de “Seyyid” unvanı kullanmaktadır. Battal Gazi’nin, Arap veya Türk olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. Türbesi külliye halinde Eskişehir vilayeti, Seyirgazi ilçesindedir.
Rivayet odur ki; Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın (1220-1237) annesi Ümmühan Hatun’a rüyasında; Yusuf gibi güzel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli bir yiğit Ümmühan Hatun’a “Ey Ümmühan Hatun! Ben Ehl-i Beyt-i Resûl’üm ki Diyar-ı Rûm’u aldım. Kah karada, kah denizde doksan yıl gazilik ettim.
Sonunda (Eskişehir) Mesihiye Kalesi’nde şehir oldum. Gel, beni ziyaret et, üzerime bir türbe yap!” demiş. Ümmühan Hatun bu rüyasını oğluna anlatmış. Sultan Sultanı Alaeddin Keykubad da hemen bir kervan hazırlayarak annesi Ümmühan Hatun’u (Eskişehir) Mesihiye Kalesi’ne doğru yola çıkarmış.
Bu arada Hacıemre köyünden uyanık gönüllü, keşif gözü açık, nasipli bir adem olan Kutluca Çoban, o devirde harap halde bulunan Mesihiye Kalesi çevresinde koyun otlatırmış. Bir gün koyunlarını otlatırken, onların bir yere gelince yürümediklerini, sanki önlerindeki toprağa basmak istemediklerini fark etmiş. Yanılıyor muyum acaba diyerek birkaç kere denediği halde koyunların hiçbiri o yere ayaklarını basmadıklarını kesin kanaat getirmiş.
Kutluca Çoban ertesi günü ve diğer birkaç günlerde de belki unutmuşlardır diye sürüyü işaretlediği o yerden geçirmek istemiş ama koyunlar toprağa ayaklarını basmamışlar. Gene bir gece, aynı bölgede koyunlarını otlatırken, koyunların asla çiğnemediği o bölgeye kuvvetli bir nur dalgasının indiğini görmüş. Kutluca Çoban, ertesi gün bütün bu olanları Beyi’ne anlatmış. Mesihiye Beyi de hemen o yerin etrafına bir duvarla çevirmiş, “Kimse buraya abdestsiz girmesin, kimin ne haceti varsa iki rekat namaz kılıp istesin, niyazları kabul olunur” demiş.
Günlerden bir gün Ümmühan Hatun Mesihiye Kalesi’nin yanına ulaşmış ve kamp kurmuş. Bunu haber alan Mesihiye Beyi hemen Ana Sultan’ı karşılamış ve yanına gelmiş. Ümmühan Hatun, “Bu kale etrafında bir ziyaret yerinin olup olmadığını sormuş. Mesihiye Beyi de Kutluca Çoban’ın anlattıklarını Ana Sultan’a anlatmış ve “Ne olduğunu bilmiyorum ama ben etrafına duvarla çevirdim, şimdi herkes oraya gidip dua ediyor” demiş. Ümmühan Hatun olayı bir de Kutluca Çobanın ağzından dinlemiş.
Bunun üzerine kalkmış iki rekat namaz kılmış ve “Gördüğüm rüya Tanrı katından ise bana onu tekrar göster” diye Allah’a yalvarmış. O gece Yusuf gibi güzel, Hamza gibi kuvvetli, Ali gibi heybetli yiğit; kılıcı belinde, imamesi başında, yüzü nikaplı olarak rüyasında tekrar görünmüş ve Ümmühan Hatun’a, ”Ol gördüğün benim ve Seyyid Battal Gazi’yim. Ehl-i Beyt-i Resûl’üm. Türbemi sen yaptır.
Bir mescid, bir de tekke bünyad eyle. Âlimler ve dervişler getir. Vakıflar yap” demiş. Bunun üzerine Ümmühan Hatun, karşısında dara durmuş vaziyette öylece kalmış; dili, damağı tutulmuş. Seyyid Battal Gazi ona iki kitap vermiş, “Bizim yadigârımız olsun” demiş ve kaybolmuş. B
u kutlu talimat üzerine Ümmühan Hatun ülkenin dört tarafına haberciler salmış. Mimar, demirci, çinici, boyacı, nakkaş… kısaca Selçuklu Ülkesi’nde ne kadar sanatçı varsa Mesihiye Kalesi’ne çağırtmış. Seyit Battal Gazi’nin istediği gibi türbe, mescit, semâhane, aşhane, misafirhane, ekmekhane gibi binalardan meydana gelen bir dergâh yaptırmış.
O yıllarda bazı insanlar, türbenin Seyyid Battal Gazi’nin mezarı üzerine yapılıp yapılmadığı konusunda şüphe ediyorlarmış. Bunun üzerine Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Seyyid Battal Gazi’nin mezarına ziyaret etmeye niyet etmiş. Derviş topluluğu ile birlikte Ankara üzerinden Seyyid Battal Gazi Türbesine yol almış. Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Seyyid Battal Gazi’nin türbesine varınca, “esselâmü aleyküm suyum başı” diye selam vermiş.
Bunun üzerine Seyyid Battal Gazi’nin mezarından, “aleyküm selâm ilim şehrim” diye cevap gelmiş. Bundan sonra türbenin Seyyid Battal Gazi’nin mezarı üzerine yapılıp yapılmadığı hakkında tereddüt edenlerin şüphesi kalmamış.
Bu ziyaret sonucu Seyyid Battal Gazi’nin asker, cengaver ve gazi kişiliği “eren gazi” kimliğine dönüşmüş ve inançsal bir boyut kazanmış. Bu ziyaretten sonra Seyyid Battal Gazi’nin Dergâh’ı ve Türbesi Alevî-Bektâşî grupların ziyaret merkezi haline gelmiştir. Seyyid Battal Gazi Türbesi, günümüzde de hala Anadolu’nun önemli ziyaret merkezlerinde birisidir.